22 Nisan 2010 Perşembe

Dediler ki..

"Akşamdan onunla bununla kavga etmişim. Sabahın köründe uyanmışım, canım feci sıkkın. Ön dişlerinin hiç biri olmayan, masmavi gözlü, minicik bir Kürt kızı "günaydın öğretmenim hoşgeldin" diyince hepsini unutuyosun" dedi babam.

Amcaoğlunu evine bıraktım. "Amcaoğluuu" diye bağırdı arkamdan. Anladım zaten derdini. "İki sigara versene sabaha bulamam" dedi. Verdim. Kapıdan içeriye girdi. Dönüp "amcaoğluuu" diye bağırasım geldi. Üzerimde ateş yotu. Bakkalın önünde geçerken bakkal kapısının önünde durmuş amcaya "iyi akşamlar abi ateş var mı" dedim. İçerideki çakmaklardan birisine uzandı. Sigaramı yakarken "iç bakalım iç" dedi. "Kaç yaşındasın sen" dedi sonra. Bıyık altından gülerek tekrar "iç bakalım iç" dedi. Çok koydu lan! Orta yaş insanlarla daha az muhatap olmak istiyorum.

"Tek dersten kaldım üniversitede. Beş altı ay buradaki çırçır fabrikasında çalıştım. Orada yattım kalktım. Babamla kavga etmiştik çünkü. Sonra haber geldi. O dersi verip öğretmen çıkma şansı doğmuş. Fabrikada çalıştığımdan cebimde param da vardı. Atladım gittim Ankakara'ya. Uzun bir yokuş var. O yokuşu çıkacağım da soracağım nerede gireceğim sınava falan diye. Karşıdan yirmi tane adam geliyor. Sarhoşlar böyle kol kola girmişler tüm yolu kaplıyorlar. Ben de yolun ortasından ortasından gidiyorum. Bir tanesiyle kafa kafaya geldik diğerleri de kafa kafaya geldiğimiz adam durduğu için etrafımı dolandı duramayıp. Benim etrafımı sarmış "V" şeklinde duruyorlar.
 -Hayırdır bilader nereye?
 -Yol verin geçeyim.
 -Yol bizim bilader.
 -Peki, yol sizin olsun beyler. Ben kenarıdan geçerim, dedim sıyrıldım geçtim.
Gittim sınavımı verdim öğretmen oldum. Orada o adamlarla dalaşmayı çok isterdim. Ama oraya onun için gitmemiştim. Oraya sınavımı vereyim kurtulayım diye gitmiştim." dedi amcam. Devam edip anlattığı hikayeden çıkartılması gereken dersi de söyledi bize. Tam cümleyi hatırlayamıyorum şu anda ama zaten açık bir hikaye.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Baba ile Sohbet

 Evi bir güzel dağıttı. Annesi eve gelmeden evden kaçtı. Darmadağınık evi gören annesi ona kızacaktı, biliyordu. Dışarıya çıkıp abisiyle buluştu. Yürüdüler. Gece yarısına yakın abisini eve bıraktı. "Hazır buraya kadar gelmişken" dedi "babama da uğrayayım".

 Babasının evinin dış kapısını açık görünce şaşırdı. Babasının köpeği Zeyna kaçmasın diye kapı kapalı tutulur genelde. Bahçe kapısından girdi. Dış kapının önüne geldi. Babasını ikili koltuğunda uzanmış televizyon izlerken buldu. Islık çaldı. Herhangi bir melodi işte. Babası doğruldu. Kalkıp kapıyı açtı, "hoşgeldin oğlum" dedi.

 -N'apıyorsun baba nasılsın?
 -Ne yapayım be oğlum, oturuyorum işte, sen ne yapıyorsun? Para mı isteyeceksin, diyip güldü babası.
 -Amma yaptın baba sırf para istemeye mi geliyorum uğradım işte. Hayırdır ne izliyorsun?
 -Futbol, nostalji.
 -Aa Romanya maçı, Hagi var mı maçta?
 -Olmaz mı, Popescu bile var.

 ...

 Baba oğul Cimbom'lu ikili bir Galatasaray muhabbeti tutturdu sonra. Öyle ki konu Metin Oktay'a kadar geldi. Sonra amatör olarak futbol oynadığı yıllardan bahsetti baba. Mert de hiç olmazsa amatör olarak futbol oynamak istiyordu. Aslında daha önce üç kez dinlediği bu "amatör futbol hikayeleri" ona sıkıcı gelirdi, ama o da hevesleniyordu işte, susup dinledi babasını.

 Faruk Hoca'nın telefonu çalıp sustu. Çağrı geldi yani. "Ee ben buradayım, kardeşim içeride uyuyor, kim ki bu?" dedi Mert. Çağrı bırakıp babasının geri aramasını isteyenler kardeşiyle kendisiydi onun bildiği kadarıyla. "Kenan Amcandır" dedi Faruk Hoca. "Beleşçi" dedi güldü.

 Kenan ismindeki arkadaşını geri arayıp on dakika kadar onunla konuştu Faruk Hoca. Telefonu kapatıp biraz Kenan'ı çekiştirdi oğluyla beraber. O gün yine alkollüydü Faruk Hoca. Kenanla konuşurken söylemişti telefonda. "Dört bardak rakı içtim ben de, otuz beşlik bitmek üzere" demişti.

 Faruk Hoca telefonu bırakıp diğer odaya geçti. Sigara saracaktı. O sigarasını sararken Mert de odaya girdi. Bir başka konu, bir başka sohbet cereyan etti aralarında.

 -Bir şey söyleyeceğim sana ama yüreğine inmesin, dedi Mert
 -Buyur söyle bakalım.
 -Ya şey diyorum. Acaba seneye ben üniversiteye gitmesem de, burada sınava hazırlansam mı?

...

 Film oradan sonra koptu. Mert hepi topu iki cümle kurdu ve on beş yirmi dakika boyunca babası tarafından azarlandı. Bu on beş yirmi dakika içerisinde yaklaşık yirmi kez de "tamam anladım haklısın" dedi, ama fayda etmedi.

 -Unut liseyi artık Mert. Lise arkadaşlarını falan unut. Benim lisede ne arkadaşlarım vardı. Can ciğer... Mehmet vardı, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Şimdi sokakta karşılaşıyoruz, merhaba merhaba... Hem senin arkandan kardeşin geliyor. Bak şimdi, o yedinci sınıf, seneye sekiz, sen üniversite bir. Ondan sonra o dokuz sen üniversite iki..."

 Özetle Faruk Hoca Mert'in en fazla bir sene daha kaybedebileceğini söylüyordu, ikisini bir üniversitede okutacak gücünün olmadığını söylüyordu. Mert yine "tamam baba" diyordu. Ama bir türlü hızını alamadı babası. Daha saydı sövdü. Sonra hafif tehtitkar, "oku yoksa okutmam" dedi. Mert de sövdü saydı, ama içinden. "Gerizekalı, okuyacağım tabi" diye geçiriyordu aklından.

 Sonunda hızını alabildi Faruk Hoca. Yeniden havadan sudan konuşmaya başladılar.

 -Bugün dedi Faruk Hoca, müdüre bir posta koydum. Şimdi tüm öğretmenleri aldı karşısına konuşuyor. Yok neymiş, 23 Nisan'da bayramda üç saat öğrencilerin başında bekleyecekmişiz, öğrenciler etrafa dağılmayacakmış. Ulan gerizekalı, derste kırk dakika bir arada tutulmuyor öğrenciler. Ufacık çocuk, nasıl dursun üç saat. Bir de biz gidip sigara içmeyecekmişiz ağaçların dibinde. Tüm arkadaşlar sus pus dinliyor ama. Söyleyecek bir şeyi olan var mı dedi. Benim var dedim. O stada gideriz, ben ağacın altına geçmiş sigara içen başka okuldan bir hoca görürüm, giderim oraya sigaramı içerim. Olay seninle de ilgili değil müdürüm dedim. İlçe milli eğitim müdürünü gönder alsın beni oradan. Aslında o anlamadı büyük ihtimalle ama, ben öyle diyerek onun da kafasına basmış oldum, hehehe. Tüm arkadaşlar böyle kaldı ama...
  -İyi etmişsin baba ne diyim, diyebildi Mert. Güldü bu hikayeye. Babasının yalan atmadığını biliyordu ama, ters bir karakteri vardır Faruk Hoca'nın.
 -Müdürün öğretmenler üzerinde ne gibi bir yetkisi var ki korkuyor öğretmenler? diye sordu Mert
 -Hiç dedi babası, güldü.

 Sonra zamanında sınıfa müfettiş gelince falan, müfettişlerle olan diyaloglarını anlattı Faruk Hoca.

 -Yirmi iki yaşındayım o zaman, sigara yasağı falan da yok o zamanlar tabi. Bahçede sigara içiyorum. Müfettiş geldi, öğrencilerin önünde içmesek iyi olur hocam dedi. Haklı aslında adam. Ama işte gençlik de var. Kalmadım altında...

 Akşamına müfettişle aynı ortamda bulunup ona nasıl laf çarptığını anlattı bu hikayede de.

 -Yine bir keresinde, kapısı hep açıktır zaten benim sınıfın, müfettiş geldi. Dersi anlatmaya devam ettim. Bir elim cebimde bir elimle tahtaya yazıyorum. Sınıf kırk kişi, hepsi anladı anlattığımı, süper bir sınıftı zaten çok zeki çocuklar vardı. Ben elim cebimde yazıyorum ya, müfettiş de ellerini arkasında bağlamış dolaşıyor sınıfta. Sonra tenefüs oldu, çıktık dışarıya. "Her şey güzel hoş da hocam" dedi "ellerin cebinde anlatmasan bir de dersi çok güzel olur" dedi bana. "Eli götünde anlatmaktan iyidir" dedim. Hah ha ha.
 -Cidden öyle mi dedin?
 -Dedim, o da işte şey dedi, tamam anlıyorum gençsin de bu kadar sivri konuşma falan dedi gitti, hah ha ha. Doğruları söyleyeceksin oğlum. Müdür müfettiş, arkadaş, amir... Farketmez, doğruları söyle.

 Ufak bir sessizlik oldu. Faruk Hoca yeniden sigara sarmaya diğer odaya geçti. Diğer odadan bağırarak konuşmaya devam etti.

 -Yalnıız. Bu dediklerim erkekler için. Kadınlara sakın doğruları söyleme. Onlar çok farklı. Farklı yaratıklar işte, doğruya gelemiyorlar. Kadının suratında kocaman sivilce çıkmıştır. Kalkıp ona "bozmuş bu seni" demiyeceksin. Safi yalan söyleyeceksin, başka türlü mutlu edemezsin zaten. "Böyle daha farklı bir havan olmuş" diyeceksin, ne bileyim kıvıracaksın bir yalan...

 Mert babasının son söylediklerine katıla katıla güldü. "Süper yaa" dedi sadece. Sonra babasının sigara sardığı odaya girdi o da. Vitrinde bir tanıdıklarının evlendikleri zaman hediye ettikleri bir şişe şarap duruyordu. Onu çıkarttı. "Bunun içinde şarap var mı?" diye sordu. "Yook" dedi babası "çoktan hallettik biz onu Yusuf abinle". "Çok canın çektiyse git al kendine iki bira bana yazdır" dedi sonra. Mert bir an düşündü. "Alayım yaa" dedi. Bisiklete bindi, gidip üç bira bir tane de soslu fıstık aldı. İki bira kendisi içindi, bir bira da babasının cilasıydı. Oturup baba oğul biralarını tokuşturdular. Yirmi dakikalık "azar" kısmı hariç Mert için güzel bir baba-oğul günüydü. Kalktı annesinin evine gitti. Faruk Hoca da sabah altı buçukta uyanmak üzere uyudu.



17 Nisan 2010 Cumartesi

Deliyim Deliyim Serseriyim

 Dün annemler evi terkedip köye gidince her zaman yaptığım gibi "it kopuk puşt" arkadaşlarımı eve topladım. Çağdaş ismindeki kopuk makarna yaptı, güzel de yaptı. Ben de yardımcı oldum ona, ama bana aşçı yamağı muamelesi yaptı. Özgün ismindeki kopuk sonradan katıldı aramıza, evde mal mal gezindi top oynadı sinirlerimizi oynattı. Ben orada domates soyuyorum -yaparım- adam top oynuyor!

 Sabaha kadar oturduk dizi izledik, The Big Bang Theory'den favori bölümlerimi izlettim Çağdaş'a. Sabah 6 gibiydi uyusak mı gari dedik. Uyuduk. Ayrı heteroseksüel yataklarımızdan tabii ki!

 Sabahın 7buçuğunda uyandık. Ehliyet sınavım vardı bugün benim. Onun için... Sabah baya serindi hava. Deli gibi giyindim. Çıktık evden bankamatiğe uğrayıp para çektim. Bak şimdi hatırladım, bu sefer vedalaşmayı unuttum bankamatikle. Sürücü kursunun önünde bir sürü insan vardı. Çağdaş bana son uyarılarını yapıp evine doğru yollandı. Dedi ki: "Telefonu içeriye sokmuyorlar çoraba falan kat öyle gir"

 Ne yapacağımı bilemedim ilkin. Servis ücretini ödememiştim, kime versem parayı diye dolandım durdum. Sonra bir tane görevliye söyledim aldı parayı. Biraz işkillendim bu herif bu curcunada benden para aldığını unutur da terso bir durum olur diye. Olmadı birşeycikler çok şükür.

 Benim servis en son geldi. Bindik doluştuk 25-30 tane sürücü adayı. En arkanın bir önüne oturdum. Gözler kızarık bekliyorum öyle. Yanıma bir dallama geldi oturdu. Pek hoş sohbet canım. Sevmem öylesini. Sabahın köründe nereden bulduysa o enerjiyi. Benden kısa net kestirme cevaplar alınca arkaya döndü arkadakilerle kaynaştı. Baya muhabbet etti adamlar, tüm yolculuk boyunca konuştular şakalar falan yaptılar. Ama bence komik değildi.

 Buca'ya geldik, bilmem ne ilköğretim okuluna. Okulun duvarına yaslandım sigara yaktım bir tane. "Bitsek de gitsek" modumdayım. Başka bir arkadaşı gördüm o sırada. Severim o çocuğu, çok hoş sohbet değildir. İyidir iyi. Onunla konuştuk biraz sınavdı carttı curttu. Sonra anons yapıldı. "Telefonla almayız ulan kimseyi içeriye, akıllı olun aklınızı alırız" diye. Korktuk. Sonra bakkala gittik, bir klasiktir, su aldık.

 Sınava da girdim, son zamanlarda sınavları tutturamıyorum, tutturdum bunu girdim. Saçma sapan bir sürü soru çözdüm. Bir saatte çıktım sınavdan. Çıkar çıkmaz bir tane sigara yaktım. Sonra gözlemledim ki, sınavdan çıkan her beş kişiden üçü sınavdan çıkar çıkmaz sigara yakıyor. Sınavın bitmesine bir buçuk saat vardı. Nasıl geçirdim o zamanı bilmiyorum geçmek bilmedi.

 Bir tane kız vardı. Güzeldi ya. Hakket iyiydi kız. Rakı getirin bana!

 Lanet olasıca zamanı öldürmek için kaç tane sigara içtim bilmiyorum. Bir paket tutku yedim. Bir tane çocuğa uyuz oldum. Güneşe küfrettim. Ceketime ve kendi aklıma da sövdüm. Piştim lan. Tuvalet aradım bulamadım -neyse ki tutabildim, rezalet çıkmadı. Saat 15:00 da açılacak bir mağazanın tanıtımını dinleyip durdum. Ohh Demet Akalın dinlemiyordum uzun zamandır.

 Şükürler olsun o saat geldi, o servis geldi. Bindim servise, sıcağı falan umursamadım, aslında servis kalkmadan önce bir on dakika kadar daha dışarıda gölge bir yerde bekleyebilirdim. Yapmadım. Sanki ben oraya oturursam daha çabuk kalkacak gibi geldi. Yanıma kimse oturmadı. Yayıldım. Oh, kebap. Gidiyoruz ilçemize doğru. Durduk. Benim sonumun başlangıcı bu cümle sanırım. "Durduk"

 Bir sürü adam daha bindi sınavdan çıkmış. Geldiğimizden kalabalık dönüyorduk geriye, ayakta kalan bir sürü eleman oldu. Tabi ki benim yanım da hoş sobbet insan tarafından dolduruldu. Yine denedi şansını "nasıldı sınav" dedi. Bir şeyler söyledim.

 Araya girip şunu da yazmam lazım. Ben bir sürü sınava girdim, daha da bir sürü gireceğim ömrüm varsa. Girdiğim sınavlara tabi ki benim gibi insanlarla beraber girdim. LGS, ÖSS görmüş adamım. Şimdi ikisinin de ismi farklı. "Kimyayı iki düşürmek için bu sınavdan 73 almam lazım muğa koyimm" sınavına bile girdim. Hiç bu kadar heyecanlı bir topluluk görmemiştim. Nasıl heyecanlı adamlar, teyzeler. Soruları tartışıyorlar aralarında, üzülüyorlar falan "ben onu öyle yapmadım kii" diye. "Off ya şimdi onbeş gün stresle bekliycez sonucu" diyeni bile gördüm. Yanımdaki dallamaydı hatta.

 Sonumun başlangıcı. Teyp açılır. Müzik sesi var amma biz tam duyamıyoruz. Hemen arkamdaki insan tepemde duran düğmeye bastı. Kasten yapmadığıma eminim. "Aahhhggtt" diye bağırdım. Çok gürültülü bir müzik kafamdan 10 santim yukarda çalıyor. Hem de şey çalıyor şey. Yazıma başlık olan şey. "Deliyim deliyim, serseriyim. Gel seni biraz gezdireyim" sözlerini içinde barındıran bir ucube şarkı. Ama solist arkadaş bunu böyle de söylemiyor tabi ki, kasmış adam daha nasıl iğrençleşebilirim diye. "Deliyimmii delimmü! Seriseyimhüm hüm!" Tamam lan! Ben de artık deliyim. Serseriyim ben de. Ben de istiyorum gelsinler biraz gezdireyim.

 Sessiz değil ha, baya duyulabilecek bir seste, dağarcığımı zorlayarak -ki kendisi geniştir emin olun- dakikalarca küfrettim. Bana mısın demediler. "Aç ustam aç sesi aç" dediler.  Ehliyet sınavına feci kasmış arkadaşlar bir de şey diyorlar, "aç abi sesi bi stres atalım"... Koyayım senin stresine. Yapmayeydin stres benim ne suçum var!

 Çok sinirlendim çok. Sonra bir ara aklıma başlık ismi geldi. Deliyim deliyim serseriyim. Güldüm. Ne bileyim baya tüylerim "tiken tiken" oldu ama şimdi anlatacak birşeyim var. Hatta yok. Tükettim anlatacak şeyi.

 Biliyorum hiç biriniz istemiyorsunuz bunu ama. Bitti. Evdeyim çay içiyorum ne anlatayım daha.

 ...

12 Nisan 2010 Pazartesi

Senin Sınav Nasıl Geçti Bilader?

 Şöyle geçti.

 Sınavdan önceki akşam R.Madrid-Barcelona maçı var idi. O maçtan önce de bir halı saha maçı yapasım var idi. Akşam 8-9 maçım vardı. Gittim maça. Amcaoğlunun getirdiği adamlarla beraber altı kişi olduk biz. Bir de karşı takım lazımdı, gelmek bilmiyorlardı. Sonunda on kişi olabildik. Ama iki hafta önceden bizim aboleliğimiz olan saati iptal etmiş birileri. "Yarın sınav var" diye düşünmüş, halı sahaya "biz o cumartesi gelmiycez" demiş birisi. Kim olduğu meçhul.

 Bizim saatimiz geldiğinde sahaya bir sürü velet girdi. Bizden bir çocuk gidip iki saat tartıştı halı sahayla, çocukların başındaki adamla falan. Biz de kasıla kasıla izledik, şahsen benim umudum da yoktu sahaya girebileceğimize dair.

 Eleman sahadan çıktı geldi. Başka bir sahaya yürümeyi önerdi. Sonra gaz verdi herkese. "Atmış yalında adamlar gibisiniz hadin olum yaa" dedi. Öyle birşey dedi. Gaza geldiğimden değil ama(!) ilk ben kalktım yerimden "hadi gidelim madem" diye. On tane herif karanlık sokaklarda yürüye yürüye neredeyse 2-3 km ötede olan diğer sahaya doğru yürümeye başladık. Çok parlak fikirler çıktı ekipten. "Madem yürüyoruz bira alalım da yürüyelim" dedi birisi. Ben gayet mantıklı buldum öneriyi ama şakadan ibaret kaldı öneri, gülündü, geçildi. Başka parlak fikirler de çıktı. Benim amcaoğlum olacak hayvan yanımızdan geçen kız için planlar yaptı. Sapık herif!

 İki tabe zıbıdı bu yol böyle bitmez diyip koşmaya başladı. Onlar koşarak gideceklermiş. Onlar koşmaya başladıktan bir iki dakika sonra, yola çıkma gazını veren kişi "koşmayan ipne olsun" diyip koşmaya başladı. Peşine takıldı millet, benimle beraber 3 kişi kaldı koşmayan. "Koşanın mna koyim" dedim alayı durdu :)

 Tıngır mıngır yürüyerek devam ettik. Bir ara telefon geldi. Koşarak giden iki eleman sahaya ulaşmışlar ve boş saat yokmuş halı sahada. Dağıldık azizim n'apalım. Amcaoğluyla beraber şehir içi dolmuşa bindik. Playstation oynamaya gittik. El Clasico yaptık kendisiyle. Sonra çıkıp babama gittik.

 Babamın eve yaklaşırken belliydi zaten neler olacağı. Tüm mahalleye Orhan Gencebay dinletiyordu zaar. İçeriye girdik, bizi pek bir hoş karşılasa öpmeye yalamaya çalışsa da müziği kısma nezaketini göstermeye yanaşmadı.
 - Ee dedik maç var bu akşam dedik izleyelim dedik.
 -İzleyelim koçum.
 Televizyonu açtı. Kanalı açtı, maç öncesi geyikler vardı televizyonda. Sonra esa konuya girdik.
 -Baba bee, senin dolapta bira vardır şimdi?
 -Yok, yetmişlik rakı var hiç açmadım.
 -Rakı mıı. Pof bira oleydi iyiydi. Hem maç izlerken bira iyidir tokuştura tokuştura içeriz...
 -İyi hadi gidin Şükrü'den alın ikişer bira...

 Biz ikişer bira alamazdık. Çünkü şuursuzuz. İkişer alıp babama yazdırdık. Sonra ceplerden paraları çıkartıp birer tane de kendi paramızla aldık. Sonuçta altı bira, iki paket fıstık, iki tane cips alıp geriye döndük. Geriye döndüğümüzde babam bir tane komşuyu eve atmıştı. "Rahat ol Hasan rahat ol otur şöyle" diyordu.

 Böyleyken böyle. Maçı izledik bir güzel. Üç birayı sandığımızdan kısa bir sürede bitrdik. Misafirimiz Denizlili Hasan abi de sürekli "Ule sünger misiniz siz" diyip duruyordu. Kendi de vuruyordu rakıya tabi ki. Maç bitti. Biz amcaoğluyla çıktık dışarıya, evin hemen dibindeki parka gidip kaydırağın tepesine çıkıp ikişer sigara tüttürdük. Boyna saçmaladık. Öyle saçmaladık ki birer bira daha almaya karar verdik.

 Çıktık oradan tee çarşıya. Saat 2 falandı çünkü açık yer bulmak zordu. Çarşıda varsa vardı. Bulduk açık bir tekel bayii. İçeriye girdik bira alıyoruz ki dışarıda birilerini daha gördük. Bu saatte çarşıdaki tekel bayiinin önünde kiminle karşılaşabilirdik ki. O da akraba. Hatta o da aynı yorumu yaptı. Bu saatte burada anca sizinle karşılaşılır zaten gibisinden birşeyler. Komple sülalecek ayyaşız sanırım biz. Takıldık onların peşine beraber geriye dönüyoruz, onların evi de bizimkine yakındır. Sonra bizi davet etti kendisi. "Ben sabaha kadar uyanığım babanı uyutunca gelin isterseniz" dedi. Bizim büyüğümüzdür kendisi. Davetine icabet etmesek ayıp olurdu. Gece 4buçuk gibi babam sonunda uyudu. Amcaoğlu da uyumuştu. Ama bacak kıllarını yakmaya başlayınca uyandı. Kalktık akrabanın eve...

 İçeriye girdik falan da ne olsa iyi olurdu o anda? Bitirilememiş biralar bulsak güzel olurdu. Yerde bitmemiş beş tane bira duruyordu. Bir tane adam sızmıştı, diğer arkadaşları zaten evlerine gitmişti.

 Muhabbet baya sardı bizi. O beş biranın ikisini ben içtim ikisini amcaoğlu birini diğer akrabamız içti. O zaten o gün içindeki 9. birasını içmekteymiş. Arada bir söyledim, "sabah bir de sınava gitcem ben" diye. "Sen sınava faan gidemeyeksin" dedi. İnat ettim "giderim giderim" dedim. Sonra geyik yapmaya devam ettik.

Sabah 7 gibi kalktık oradan. Amcaoğlu da ben de baya sağlam sallanıyoduk. Birbirimize yaslandık yürüyoruz sokakta. O benimle eve kadar geldi. İçeriye girdim. Annem uyanıktı. Sormasına fırsat bırakmadan "içtim anne, altı tane bira içtim" dedim. Bir şey söylemedi. Ama kızmadığından birşey söylemedi değil. Uzun süre birşey söylemedi bana. Baya baya sustu. Çok kızdı. "Gidemezsin sınava" dedi. İnat ettim yine. "Sınav 10da başayacak üç saat var her türlü ayılırım ben hadi gidelim" dedim. Kalktı yerinden hazırlandı, ben zaten hazırdım. Çıktık evden. Bindik Tire dolmuşuna. Kafamı bir yasladım koltuğa. Yaslayış o yaslayış. Uyuyamadım da kafamı da kaldıramadım oradan. Tireye geldik, son durakta indik. Gireceğim okul nerede bilmiyordum. Daha önce gidip bakmam gerekirdi bakmamıştım- iyi ki bakmamışım aslında. Acil bir tuvalet buldum. Feci halde bozmuşum mideyi. Tuvaletten çıktım, annem kraker su falan almış. Oturduk bir banka. "Ben demiştim, giremem sınava falan demiştim. İlla inat ettin ayılırsın diye..." dedim anneme. Yerden bir tane "daş" kaptı. Pekmezimi akıttı. Yok yok bu son kısmı biraz kurgu oldu.

 Dünya gözüyle bir Tire gördük. Aynen bindik dolmuşa geri döndük.

 İşte sınavım böyle geçti. Nasıl ama?

8 Nisan 2010 Perşembe

Serbest Çağrışım-4

*Ayıptır günahtır. Yapma artık bunu bana!
*Sessiz sakin usul usul gel ulan. Lök diye çıkma.
*Konser verdik biz bugün. Konserin fotoğrafları elime ulaşınca blogda yayınlamayı düşünüyorum. Çok iyi bir konserdi. Zaten insanlar coşmaya hazırdı.
*Sahne herşeyi affediyormuş bunu öğrendim. Çalışmalarda yaptığımızdan çok daha fazla hata yaptık konserde. Kimse farkına varmadı, zıplamaya devam etti. Sahneden inince de "süperdiniz harikaydınız" demeyi eksik etmediler.
*Kim bizi övse tekrar sordum "moral olsun diye mi söylüyorsun objektif ol bak" diye. "Yok abi cidden çok iyiydi" dediler. Sağolsunlar.
*Uzun süredir uykusuzum. Şu anda da uykusuzum.
*Uyumayı hiç ama hiç istemiyorum.
*Uykunun bir kısmı gözdeki bir enzimin sentezlenmesi için gereklimiymiş neymiş. Diğer kısmı dinlenmeymiş. 6 saat yeterliymiş. Eğer lisedeki biyolojici bizi yemiyorsa böyle birşeylerdi. Enzimi dışarıdan alsam. Günde iki saat uyusam, hep uyanık olsam. Bunu istiyorum.
*Bir yatak hayal ediyorum bir önceki cümlemle tezat. Kocaman, yüz, yok yok beşyüz metrekare. Üzerinde yüzlerce yorgan var yüzlerce battaniye. Her yerde yastıklar. Ama yatak devler ülkesinden ithal edilmiş bir yatak değil. Yani merdivenle çıkmam gerekmiyor. Normal yükseklikte. Sadece çok geniş. Bunu da istiyorum.
*Ben de yaşlanacağım değil mi? Ömrüm varsa eğer. Saçlarım dökülecek belki, göbek olacak -balkon. Çocuklar olacak falan. Baya baya yaşlı birisi olacağım, çocuklarıma ahkam keseceğim ben gençliğimde "şöyleydim böyleydim" diye. Yalan atmayacağım onlara ama inanmayacaklar. Gerzekler.
*Böyle olmak zorunda mı? Her şey sıkıcı derecede normal gittikten sonra herşey baş döndürücü şekilde anormal gitsin.
*Hey töbe mastam!
*Kola aldım bir bardak. Kocaman bir yudum aldım. Dibinde birazcık kaldı. Sonra az önce beraber votka almaya gittiğimiz adamın yanına gittim. "Doldur" dedim, "sıkı olsun tek olsun sallıyım ben onu". Salladım.
*Pınar başı burma burma yar yar yar yar yar yaraman! Güzel şarkıdır. "Ver coşkuyu" dur. Sen söylemeye başlarsın. Üç saniye sonra susarsın. Yanındaki kızlar almış gazı sallana sallana söylemeye devam ediyorlardır. Kıs kıs gülersin. Boyun uzar.
*Öğrenim kredileri benim sandığım gibi 11inde değil de 7sinde veriliyormuş. Bugünü komple züğürt geçirmeyi göze almışken öğrenmek çok iyi oldu. Gittim çektim 20 lira.
*"Vee basta Mert"... Sessizlik. Ufaktan bir melodi. "Vee bateride hedee".
*Benim sesim kısıktı ulan. Son şarkının bitiminde herkes tek başına minnacık bir şey çalacaktı, solist isimleri söyleyecekti falan. Benden bir halt ses çıkmadı. Ama diyorum ya. Eğlenmeye o kadar meyilli bir topluluktu ki... Sorun olmadı.
*Evde serum lastiği buldum. Ama o aslında serum lastiği değil sizlerin de bildiği gibi. O sapan lastiği. Oynuyorum boyna. Yaz gelse de lastiğimle kara sinek öldürsem.
*Yarın bir ihtimal hamama gideceğim. Terleyeceğim de rivayet edildiği üzere.
*Pazar günü LYS var. Beni ilgilendiren kısım ise tekar Tire Köfte yiyecek olmam.
*Bazen acaip dötüm kalkıyor benim. "Ben yapmak istediğim şeyi yaparım" diyorum. Aslında doğru bir yerde. Bu yüzden ne istediğime dikkat etmem lazım. Sakarya'yı sevmeyi istemedim mesela. Hiç orayı sevmek geçmedi aklımdan. Sevmedim de. Yaparım dediğim şeyi yaptım; "sevmeyeceğim" dedim sevmedim. Bugün abim bana 6 tane sigara verdi. "Oo o yeter mi yaa" dedim. Yeterdi aslında. Ama yetmesini istemedim. Yetirmemek için uğraştım. Abim yanımdan gitmeden üçünü içtim. Ne istediğime dikkat etmeliyim. Olumlu şeyler istemeliyim. Pozitif enerjimi doğru yere kanalize edersem şey olur. Yaa işte.
*Şişmanlamış biraz.
*Böyle öğrencilere hitap eden moral geceleri, mezuniyet törenleri ne bileyim işte öyle olayların sonunda bir kez olsun "Onuncu Yıl Marşı" çalınmasın. Marşa gıcıklığım yok da çok klişe oldu be.
*Böyle gecelerin sonunda bir kez kavga konusu geçmesin. Hep geçer. Birileri hızlı hızlı yürür. Yakın bir arkadaşı peşine takılır. Hiç bir halt yemeden geri gelirler. Dikkat çekerler ama...
*Bugün ilk kez kapalı alanda sigara içme yasağını ihlal ettim. Tek değildim. Taa 4. katta kimsenin inip de içesi yok tabi. Herkes merdiven arasına pencere dibine üşüşüyor. Her yer izmarit olmuş. O kural var ya yalan oldu yalan.
*Kaldırımın kenarına oturup ağlayan bir kız, "ben kuscam laa" diyip giden "kusmadım laa" diye dönüp bizim biralara sulanan bir eleman günün bilançosu.
*Ağrıyan omuzlarım bir de. Koca gün bas gitar taşımak. Bir de ayaklarım. Koca gün ayakta kalmak ki 24 saat uykusuzlukla beraber.
*Daha da yazmak istiyorum. Bu yazı "limit x sonsuza giderken x kadar uzunlukta" olsun istiyorum. Bu yazınını sağdan ve soldan limiti aynı olsun hem de o "x" değeri için çıkan "y" sonucu da limite eşit olsun, sürekli olsun.
*Yok yok kafa açıyorum ben :)
*Haydin iyi geceler.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Boyacı Çocuk

 Öğlen saatleriydi. Arkadaşım yine aynı mesajı atmıştı: "Lan!"... "Haydi dışarı çıkalım" demek istiyordu. Ufak tefek hazırlıklarımı yapıp, uykulu gözlerle dışarı çıktım. Bir sigara yaktım, hızlı adımlarla arkadaşımla buluşacağım yere doğru yürüdüm. Playstation salonunda buluşacaktık. Çelsi-Barça maçı yapacaktık kesin. Oradan çıkıp yürüyecektik. Sokak köpeği Tuborg'u görmeye gidecektik. Dört kişilik salıncaklardan birisine karşılıklı oturup dertleşecektik. Arkadaşım saat beşbuçuk olmadan eve gitmek isteyecekti. Salıncaktan kalkıp villalar sitesinin sokağı boyunca yürüyecektik. Fazla iri o köpeği görüp yine aynı esprileri yapacaktık. O evine gidecekti, ben evime gidecektim. Kesin böyle olacaktı.

 Arkadaşım salonun dışında beni bekliyordu. Beni görünce geç kaldığım için "arkadaşça" küfretti. Ben de "arkadaşça" bir küfürle cevap verdim. Salonun dışında bir boyacı sandığı gördüm. Anlam veremedim -ne işi vardı ki onun orada. İçeriye girdik, maçı çoktan ayarlamıştı arkadaşım. Bir ay kadar önce salona yeni alınan beyaz rahat koltuklara oturduk. Arkama dönüp baktım, üzerinde süklüm püklüm giysiler ufacık güzel bir çocuk oturuyordu. O da rahat beyaz koltuklardan birindeydi. Gömülmüştü koltuğa, küçücüktü bedeni. Saçları kısacıktı, suratında yara ve güneş izleri vardı.

 Tüm derdi tasası oynadığı oyundu. Bir çıplak kaslı adamla diğerini yakalayıp dövüyor, küçücük elinden birinci kumandayı bırakıp diğer kumandayla devam ediyordu. Bu sefer diğer kaslı çıplak adamla pataklamaya başlıyordu. Saniyelerce izledim onu. Arkadaşım da dönüp baktı. İnsanlar bana o kadar uzun süre dikkatle baksa, kesin farkederim, o farketmedi bile bizi. Suratını şekilden şekle sokarak oynuna baktı.

 Boya sandığının sahibi çocuktu o. Az önce bir kaç amcanın aykkabısını boyamış, parlatmış üç beş lira kazanmıştı. Şimdi de oyun oynuyordu. Acıyarak bakmadım ona. Yakın bir histi ama, sevgiyle bakmışımdır belki.

 Biz birbirimize gol atıp hareket çekerken kalkmış gitmiş. Sessizce. Arkamı dönüp tekrar baktım bir ara. İki çocuk oturmuştu boyacı çocuğun yerine. İşte onlar benim gibi çocuklardı. Babalarından harçlıklarını alıp oyun oynamaya gelmiş çocuklar.

2 Nisan 2010 Cuma

Barış Yapı-Minas Trith

 Bu sabah 6buçukta korulukta sırıta sırıta dolanan birisi vardı. Bendim o. Bazen beni çok neşelendiren bazen de feci halde sinirimi bozan kuş sesleri neşelendirdi beni bu sabah.

 Sabaha kadar oturdum. Kitap okudum, üç tabak yoğurt yedim, 3 tane muz yedim, iki tane domates. Çok bardak çay içtim, çok da sigara. Saat beş gibi annem uyandı. Kendi kendime konuşmaktan sıkıldığımdan olacak, annemin uyanmasına sevindim. Beraber küçücük bir kahaltı yaptık. "Sana servise kadar eşlik etmeyi teklif ediyorum" dedim. "Olur" dedi. "Kabul edildi!" demesini bekliyordum, ben olsam öyle derdim.

 Servise kadar eşlik ettim ona. On sekiz yaşındaki benim aylak aylak dolaşması ve kırk yaşındaki annesini işe bırakması biraz tuhaf geldi. Koydu. Ama uzun sürmedi etkisi, biraz kaygısızımdır. Hava daha aydınlanmamıştı. Koruluğa doğru yürümeye başladım. Sabah yürüyüş yapan insanlar olur orada, sağlıklı yaşamcılar. Sigaramı yaktım yürümeye başladım korulukta. Bir kestirme tur yaptım. Hiç o kadar gür bir "kuş korosu" duymamıştım. Sürekli cıvıldıyorlardı. Sanki savaş çığlıkları atmaya çalışıyorlar da beceremiyor gibiydiler, korkutucu olamıyorlardı. Turumu tamamlarken bir sağlıklı yaşamcıyla karşılaştım. Suratına atkısı sarmış kafasında bere, sıkı sıkı giyinmiş hızlı hızlı yürüyen naylon eşofmanlı adam. Sadece gözleri görünüyordu, dik dik baktı bana. Çıktım koruluktan, kırka yakın bloktan oluşan siteye -evime- doğru yürüdüm. Her katta altı daire, toplam dokuz kat ve kırk kadar blok. Aklıma şey geldi. Yüzüklerin efendisindeki ırklar buraya gelse. Birşeyler olsa. Tüm yapılar sağlam kalsa da insanlar "Orta Dünya" halklarına dönüşse. İnsanlar, cüceler, elfler, orklar, uruklar, goblinler. Site bizim kalemiz olsa. Her camda okçular, kapılarda merdivenlerde kılıçlı, mızraklı askerlerimiz. Çatılarda da okçular var ama nazguller saldırdığından oralardaki birliklerimizi kaybediyoruz. Orklar hücum ediyorlar, tabi ki sayıca üstünler. Yok abi alamazlar bizim kalemizi :)

 Ama cidden benziyor gibi. Yani koruluk "Osquilyat" gibi bir yer. Oraları kaybedince "Minastrith"e geliyorlar.