30 Ağustos 2010 Pazartesi

Sürat

 Hızlı hızlı yürüyorum. Şükrü Amca'nın büfeden eve doğru. Ya da önemli değil Kır Kahvesi'nden bilmem nereye doğru. Hızlı hızlı. İlla ki hızlı hızlı yürüyorum. Yanlış yapıyorum.

 Ben hızlı yürüyorum ya, ondan hızlı geçiyor zaman. Acele yaşıyorum çünkü. Ayaküstü yaşıyorum. Yanlış.

 Yok, şimdi "hayat üzerine bir deneme" yazacak değilim. Cin olmadan adam çarpmak derler ona. Ne biliyorum ki henüz.

 Ama. Öyle ya. Şu yaşamak denilen şey, bizimle beraber yürüyen birisi. Ne kadar hızlı koşsak kaçamayız, bir milyon kilometre hızında koşabilir çünkü isterse o. Her zaman bizim hızımızdadır. Arada bir bir kaç adım önümüze geçer de şaka eder bize. "Gidiyor lan" deriz. Gitmez.

 Hızlı hızlı içiyorum birayı, çayı, suyu, sigarayı. Yanlış. Bence.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Serbest Çağrışım-7

*Karşı apartmanın beşinci katından flüt sesleri geliyor.
*"Süper Baba" dizisinin müziğini çalıyor çocuk. "Süt içtim dilim yandı amanın ammanın" da çalıyor. Ama "llgaz Anadolu'nun sen yüce bir dağısın" çalmıyor. Halbuki biz onu da çalardık. Bozuldu eğitim sistemi.
*Konser var la gine bizim. Ama saçmalıyorlar mütemadiyen. Repertuvar mı derler ne derler hani ona, yarısı Kurban diğer yarısı Metallica. Arada da Mor ve Ötesi falan var bir iki tane. Çeşit yapmışız nasıl ama.
*Hayır neden İngilizce birşeyler söylüyoruz ki. Hey Töbe Mastam.
*Çok çeşit insanla muhatap oluyorum. Zıvanadan çıkartıyorlar adamı. Ama bu sizi neden alakadar etsin ki.
*Altı ay öncesine ait şeyler duyuyorum, benimle ilgili. Dumur oluyorum.
*Bir aralar ne kadar hareketli bir hayatım vardı.
*Şimdiden başlamışsam yakınmaya, "eskiden ne güzeldi" demeye, sçmışım ben.
*Neyse, okullar açılsın hele bir.
*Biliyor musunuz, ben çok kolay kandırılabilir bir adamım. Bir önceki yazımla da alakalı bir durum. İşte burda dediğim gibi. Basitim herhal.
*Bir keresinde şu internet şakasıyla çok iyi keklenmiş, tırstığımdan akşam arkadaşın evinde kalmıştım. Sabah uyandığımda hala etkisindeydim hafif. "Ne geceydi be" demiştim. "Ne gecesi, basit bi internet şakasıydı" demişti arkadaş. Sonra dillere pelesenk oldu benim keklenişim.
*Yine bir keresinde, bunalımdaykene ben. Msn'den birisiyle tanıştırdılar beni. Elizebeth isminde Liverpool'da yaşayan bir ablamızla. Manitasından henüz ayrılmış ve hatta "olaylı" ayrılmış ben, Elizabeth'le sabaha kadar çat pat İngilizce'mle sohbet etmiş rahatlamıştım. Tee anasının dininde oturan, hiç bir zaman yüz yüze gelmeyeceğimiz bir insanla, bir yabancıyla konuşmanın rahatlığıyla açıldıkça açılmıştım. İki üç gün sonra öğrendim Elizabeth'in aslında bu blogun sahibesi kişi olduğunu. İyi dşak geçtiler ne diyeyim. Geçerler ama. Birileri beni keklemek isterse kekler.
*Bir keresinde de...
*Of anasını satayım üçüncü kez aynı şekilde giriyorum ama kusura bakmayın, evet bir keresinde de keklenmek korkusuyla "tedbirli davranmak" olarak isimlendirdiğim bir şeyi yapmış rezil olmuştum. Her halikarda rezil oluyorum zaar.
*Dersane çıkışı telefonum çaldı. Açtım, bir tane kız konuşmaya başladı. Özetle de benden "pek bir hoşlandığını" söyledi. İsmini cismini de söyledi. Ben de onunla dşak geçtim. "Garanti birisi beni keklemeye çalışıyor len" diye. İki gün sonra geldi söz konusu hatun kişi serviste yanıma oturup "hala şüphen var mı" dedi. Konuşmayı yeni sökmüş bir çocuk düşünün o anda. İşte öyle bir şeye dönüştüm. "Yok" diyebildim.
*Öyle yani.
*

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Basit İnsan Mert

 Kısa bir şey anlatacağım. İçinde dostluk, içinde kardeşlik, içinde dünyanın en temiz duyguları var. Külli yalan.

 Dündü. Evimiz kalabalıklaştı, oturduğumuz evin asıl sahibi teyzemiz teşrif etti, her fırsatta "bu ev sizin" dese de her geldiğinde "bu ev benim" mesajını vermeyi başarıyor bize. Ya da biz fazla alınganız. Bana bir kaç iş yükledi. Öğlenin sıcağında kasaba gidecekmişim, olur dedim. O ara arkadaşla buluşacaktım onu ektim, gittim kasaba aldım "bi kilo kıyma" eve hınçla ve hızla geri döndüm. Hatırlamıyorum şimdi, bir kaç tane daha sinir bozucu hadise yaşadım. Tekrar dışarıya çıktım.

 Burnumdan soluyorum, yolda yürürken kendi kendime -mırıldanaraktan- konuşuyorum, diyaloglar kuruyorum. Biliyorsunuzdur o olayı. "O şöyle dedi şimdi ben böyle cevap verdim. Hah koydum lafı..."

 Yanımdan bir pikap geçti. Kasasına domatesi yüklemişler seyyar satıyorlar. Şöförün yanında oturan amca; bıyıklı, gözlüklü, belli ki kısaboylu bir amca kafasını cammdan uzatmış bağırıyor. İyice tanıyasınız diye söylüyorum, hani kahvede oturan amca var ya, hani tavla oynayanların oynuna karışan amca, hani hani çok güzel küfreden amca... Oydu valla. İşte o amcanın "taze domatiiis" diye bağırması benim moralimi yerine getirdi aynen. Buamcalar da olmasa ne olacak benim halim.

 Ama tuhaf. Moralimin bozulması ya da düzelmesi çok kolay benim. En ufak şey yüzünden saatlerce surat asabilirim. En ufak şey sayesinde de saatlerce pişmiş kelle gibi sırıtabilirim. Belki de çok basit bir insanımdır he?

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Canavar

 Dün gece (daha doğrusu iftar için uyunmadan hemen önce) bir rüya gördüm. İlginçti. "Heytöbemastam iyice cozuttu rüyasini felan yazıyor herif" demeyin zira ilginçti. Bence yani.

 Dört kişilik bir ekibiz biz. Ekibimizin amacı; karantina bölgesi gibi bir binadan bir kasayı çalmak. Kasayı değil aslında, direk kasanın içindekini, çünkü kasayı illa orada patlatmaya çalışıyoruz -az sonra anlatacağım- Ayrıca karantina bölgesi dedim ya. İçeride bir tür hastalık da varmışmış.

 Ekibimizin lideri Tom Hanks. Benim rüyamda bile başrolu kapmış pezemek! Ayrıca Tom Hanks baya kankamız bizim. Bilmemne Abi diye sesleniyorum adama. Ama Tom Abi bile değil. Mistır Henks hiç değil. Ahmet Abi, Mehmet Abi gibi birşey. Türk ismi yani.

Çok sağlam bir ekip değliz. Ekibin gerisi Mel Gibson falan değil. Benim gibi kazmalar işte.

 Neyse gidiyoruz söz konusu binaya. "Bir şekilde(!)" içeriye giriyoruz. Elimizde alev saçan bir şeyler var. Duvarları eritiyoruz. Kasaya ulaşıyoruz ama kasayı eritemiyor elimizdeki zımbırtılar.

 Ekibin malı benim herhalde. "Canavar lazım bize" diyorum. Canavarla kesecekmişiz. Ulan son zamanlarda hatta 5-10 yıldır sanayiide bulunmuşluğum bile yok, en son ne zaman canavar gördüm hiç hatırlamıyorum. Ayrıca canavarla kasa açmayı hiç bir aksiyon filminde göremezsiniz.

 Neyse konuşuyoruz aramızda. Canavar denilen aleti o anda temin edemeyeceğimize karar veriyoruz. Nasıl temin edemeyeceğimiz gerçeği de şu şekilde ortaya çıkıyor: "bilmemne abi bu saatte uyuyordur." Kaçalım bari yakalanmayalım diyoruz, sesler falan duyuluyor. Çıkıyoruz binadan.

 Aksilik biter mi, bitmez. Ve bilirsiniz rüyalardaki o ani geçişleri. Çok soğuk kış gününde birden üstüm çıplak buluyorum kendimi sokakta. Tom abim veriyor bi' ceket bana, koşuyoruz. Koşarken fark ediyoruz ki aramızdan birisi o içerideki hastalığa yakalanmış, her yerleri şişmiş kabarmış, koşamıyor bir yere çöküyor ve olmazsa olmaz replik geliyor hasta arkadaşımızdan: "Beni bırakın siz devam edin!"

 "Bi' sittr len" diyip kucaklıyoruz onu da kaçıyoruz ve çok izbe minnacık bir eve giriyoruz. Aramızdan birisi hasta ve hastalık bulaşıcı. "Ulan ne yapacaz, hepimiz gebercez" diye yakınıyorduk kiii...

 Kız kardeşim geldi, "abi uyan iftar" dedi, sırıttı.

 Tom Hanks'i anladım sanırım. Geçenlerde daha önce televizyonda izleyip çok beğendiğim "Forest Gump" isimli filmini aramıştım, bulamadım. Herhalde o oradan geldi aklıma.

 Hastalık olayını da çözdüm sanırım. Bir gece önce cnbc-e'de "Merlin" isimli dizinin tekar bölümlerinden birisini izlemiştim. Şehirde salgın hastalık falan vardı. Ama kasa patlatmak, yok yok çok pardon, canavarla kesmek filan nereden aklıma geldi hiç bilmiyorum.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

S.A

 Kalonline diye bir oyun var. Onu oynuyorum. Oynuyordum dün.

 Bir yandan bitmek bilmeyen yaratıklara bitmek bilmeyen oklarımı atıyorum, bir yandan amcoğluyla sohbet ediyoruz. O da oyunda. Arada yaratıkların olmadığı bir bölgeye gidip birbirimizle dövüşüyoruz(/duel). Neyse. Dedi ki amcoğlu, "saat 4 buçukta dışarıya çıkıyoruz, gelcen mi." Dedim olur.

 Annemi uyandırdım. İzin aldım. Eskiden olsa izin almazdım, asi gençtim ben. Ama geçenlerde itinayla ağzıma sçtılar. Şimdi süt gencim ben.

 Çıktım dışarıya, Tıp Merkezi'nin önünde buluştuk. Gittik kahveye batak oynadık. Oynarken öğrendim, pek de madah bir oyun değilmiş. Kahvaltı mahvaltı yaptık sonra, saat 7ye doğru. Sonra "playstation oynuycaz" diye tutturdular. Ben de kaçtım yavaş yavaş.

 Çılgınlar gibi eğlendik, torunlarıma anlatacağım bir gün yaşadım diyemem. Ama plan ilginç, güzel. Normalde arkadaşlarınla toplanırsın akşaüstü, geyik yaparsın, çay may içersin, bir yerde oturup poğaça yersin, kezmezse playstation oynarsın. Bunların hepsini yapabiliyoruz, bir de hava sıcak değil. Sırtımızda tuz izleri çıkmıyor ama güzel vakit geçirebiliyoruz. İyi iyi.

 Şey kötü oluyor ama. Ununu elemiş eleğini asmış amcaların yanımızdan geçip tip tip bakarak "selamünaleyküm gençler" demesi. "Siz niye namaza gitmiyorsunuz yavşaklar" da demiş oluyor çünkü aynı zamanda.