26 Eylül 2010 Pazar

Sakarya

 Güle güle demiş İzmir bana, hayırlı yolculuklar demiş arkamdan da su da dökmüş.

 "Welcome to Hell" diyordu az kalsın Sakarya bana. Demedi. İzmit'i geçip Sakarya'ya yaklaşırken kara kara bulutları gördüm. Dedim tamam. Hoş bir karşılama bekliyor beni. Islanmasın diye bilgisayarımı nerelerime sokarım artık! Ama yağmadı , yağmadı ya, bu yazının da seyrini değiştirdi aslında.

 O gün gelmişmiş. Hani bir senedir, "tee eylülde giderim ben artık Sakarya'ya" dediğim gün gelmişmiş. Gitmişmişim ben.

 Anlatsam mı anlatmasam mı bilemiyorum. Olaylı oldu biraz gidişim. Buruk gittim biraz. Planlarım tutmadı. Tutmazlar zaten adiler. Hiç planlamadığım bir şekilde gittim.

 Gidişim buruktu ama. Yolculuk bana neşe verdi. Şaşırdım, Sakarya'ya gidişime neşeleniyordum. Sadece iki ay kaldığım bu şehirde bugün bir sürü eski yüz gördüm. Sevindim.

 Artık Sakarya'dayım yani. Yazarım gine. Umarım yazacak şeyler yaşarım burada.

24 Eylül 2010 Cuma

Diyecek/ceğim

 Saat gece yarısını geçti. Bir kaç dakika geçti ama geçti. Annemin araması gerekirdi.  Onu karşılamam gerekirdi. Banyodan da yeni çıktım. Saçlarım ıslak. Sokağa çıkmamak lazım bu halde aslında. Annem gecikti. Bir radyo çalıyor. İsmini cismini bilmediğim gruplar çalıyor. Terliyorum. Fazla sıkı giyinmişim evin içinde. Sıcak oldu. Ama soyunursam da iyi olmayacak. Böyle iyi. Annem hala aramadı. Dün bir durak ötede indirdiler onu. Gidip oradan karşıladım. Bugün ne olacağı belli değildi. Nerede ineceği. En son konuştuğumuzda ararım demişti. Arayıp nerede karşılamam gerektiğini söyleyecekti. Arıyor.

 Konuştum. Yirmi-yirmibeş geçe durakta olacakmışım. Karşılayacağım onu. Sokağa ineceğim, bir adam göreceğim apartmanın önünde, bir sigara yakacağım. Durağa gidip oturacağım. Yanımda bir adam olacak. Az ilerimde bir adam daha, iki dakika sonra bir çocuk daha eklenecek, şortunu terliğini giymiş. Herkes kısa kollularla olacak. Ben sıkı sıkı giyinmiş. Bit motorsiklet geçecek önümden. Üzerinde iki kişi. Arkada oturan önde oturana laf anlatmaya çalışacak, bağıra bağıra anlaşacaklar. Bir tane servis geçecek önümden, durmayacak; bu değilmiş. Sonra bıir tane daha, bir tane daha, sonra bir tane de karşı şeritten geçecek. Daha gelmeyecek. Saate bakacağım, yarım olmuş. Sonra telefonumu elimde döndürmeye oynamayaca başlayacağım. Bir servis daha. Bu da değil. 00:35. Kızmaya başlayacağım. Hani yirmi geçeydi. Bir çocuk geçecek önümden ben yaşlarda. Elinde telefon, karşı şeride oradan karşı yola orada ara sokaklara... Sevgilisinin evinin önüne gidecek, penceresine gidecek. Kız pencereden bakacak. Oğlan sevinecek. Bir mesaj daha atacak. "Çok özlemişim seni" diyecek belki... Bir amca daha katılacak ekibe. İşten dönen karısını, kızını, kardeşini, annesini karşılayanlar ekibine. Bir minibüs gelecek. Beni 3-5 metre geçince duracak. İçinden annem inecek. Servisteki arkadaşlarına el sallayıp yanıma doğru yürüyecek. Ben de bir kaç adım yürüyüp duracağım, aynı hizaya geldiğimizde yürümeye başlayacağım, başlayacağız beraber.

  Nasılsın diyecek. Öksürüp tıksırıp iyiyim diyeceğim. Acıktım ben diyeceğim. Çay demledim içeriz diyeceğim. Tamam diyecek. Elimi omzuna atacağım. Minnacık kadın zaten. Bir bakkala mı uğrasak diyeceğim. Hasta halime iyi gelecek bir şeyler mi alsak? Bilmem ki diyecek. Bakkala uğramayacağız. Eşyalarını topladın mı diye soracak bana. Biraz topladım. Biraz ama. Valize doldurmadım daha. Bütün gün evdeydin oğlum diyecek, hallediverseydin ya diyecek, bak iki gün sonar gidiyorsun diyecek. Pof diyeceğim, hallederiz. Hep hallederiz zaten diyecek, kızacak. Öksüreceğim tıksıracağım yine, konuyu değiştireceğim, yarına da iyileşemezsem doktora gidelim? Git sen diyecek kesin. Yaa diyeceğim tek gitmek istemiyorum. Yuh diyecek, on dokuz yaşındasın seni ben mi götüreyim hastaneye diyecek. Evet diyeceğim.

 Saat çeyrek geçiyor. Ben iniyorum durağa.

23 Eylül 2010 Perşembe

Sok Sopayı

 İki tane yazı hazırladım, ikisi de şimdi hazırlayacağım kadar berbattı eminim ki. İkisini de yayınlamadım. Belki bunu da yayınlamam, iğrenç taslaklarımdan birisi olarak kalır bu da.

 Eskiden bir yazıyı tamamladığımda iyi mi kötü mü düşünmeden "sok sopayı" edasıyla direk yayınlardım. Son günlerde bir pimpiriklilik çöktü bana.

 Son günlerde çöktüm çünkü ben.

 Hastayım çünkü ben.

 Bir çeşit kimlik kargaşası yaşıyorum. Yani nasıl anlatsam. Nasıl bir adam olduğumu unuttum. Gerçek hayatta nasıl bir adam olduğumu biliyorum, unutmadım henüz ama, burada. Unuttum. Nasıl şeyler yazarım ki ben. Nedir benim yazdıklarım.

 Boşver diyorum madem öyle. "Sok sopayı" diyorum tekrar ve tekrar.

19 Eylül 2010 Pazar

Üç Sene

8/9/2007
Evin salonundaki koca yemek masasının üzerine konulmuş bilgisayarıyla bir şeyler yaparken sabah saat 06:23 olmuştu. İçeride anne babası uyuyordu, bu yüzden bilgisayarın hoparlörüne bağladığı kulaklıkla müzik dinliyordu. Yarım saat on beş dakikada bir dönüp baktığı televizyonda sabah haberleri vardı. Sokak ışıları sönmek üzereydi, çöpçüler çoktan mesaiye başlamışlardı.
 Birden arkasına döndü televizyona odaklandı, ancak odaklanacak kadar dikkati yoktu, haberin ne olduğunu ne anlattığını anlamadı, önemsemedi de durumu. Müzik dinlemeye devam etti, hafiften kafasını sallamaya başladı hatta.
 Tüm aciz insanlar gibi bir mucize bekliyordu. Ona başarıyı verecek, onu yükseltecek, hiç olmazsa sabahın bu saatlerinde uyanık olmasının sebebini yeni kalkmış olmak kılacak bir mucize! Hayattan mucize beklemenin acizlik olduğunu iyi biliyordu ve harekete geçmesi gerektiğini de. Peki ne yapmalıydı? Ne yapabilirdi ki? Sırıtmaya başladı, bir karar vermişti herhalde.
 Mozilla Firefox’u aşağıya aldı ve masaüstünü sağ tıklayıp bir sözcük işlem programı çalıştırdı. Hep edebiyata ilgi duymuştu ve şu anki kendi durumunu anlatacaktı. Hem de 3. kişi ağzından. Yazmaya başladı:
 “ Evin salonundaki koca yemek masasının üzerine konulmuş bilgisayarıyla bir şeyler yaparken sabah saat 06:23 olmuştu. İçeride anne babası uyuyordu, bu yüzden bilgisayarın hoparlörüne bağladığı kulaklıkla müzik dinliyordu. Yarım saat on beş dakikada bir dönüp baktığı televizyonda sabah haberleri vardı. Sokak ışıları sönmek üzereydi, çöpçüler çoktan mesaiye başlamışlardı. “

 Bundan üç yıl önce blogger değil de blogcu üzerinden yazdığım yazı. Aslında bu yazıyı birazcık makaslıyıp öyle aktarmayı düşündüm ilkin. Sonra boşver dedim. Fikir ilginçmiş aslında, ama komik geliyor şimdi bu yazı bana. Bir de taradım o blogu, aralarında eli yüzü düzgün yegane yazı bu; düşünün artık ne feci yazılar var.

 Ama iyi bir şey değil mi bu? Üç sene önceki yazımı beğenseydim, üç sene öncesindeki seviyemde olduğumu anlardım. Şimdi neyim? Hala -çok afedersiniz- bir bok değilim ama. Yukarıdaki yazıdan daha güzel şeyler yazıyorum herhalde, değil mi?

 Umarım üç sene sonra bu blogdaki yazılarımdan da utanırım. "Ne salakça şeylermiş lan" derim. Umarım.

 Not: Stratejik bir hata yaptığımın farkındayım. Ayda zaten 3-4 yazı yazıyorken bir gecede iki yazı yazmak, ilk yazdığım yazıyı gömmektir, ama salla. Zaten dandik şeyler. Kalın sağlıcakla.

Serbest Çağrışım-8

*Bu sefer amacım bir serbest çağrışım yazısı yazmak değil aslında. Amacım günlük yazısı tadında birşey yazmak. Ancak o kadar çok koldan gireceğim ki konuya, yani öyle öngörüyorum. Belli olmaz belki de bir konu beller yardırırım oradan. Göreceğiz.
*Hani çocuklar şey yapar ya. Yeni bir oyuncak alır babası da, gidip o oyuncağı mahalledeki arkadaşlarına gösterir hava atar. Ben onu yapacağım şimdi. Dizüstü bilgisayar aldı babam bana, malum okul için gerekli; yeni oyuncağım o benim.
*Bir de tabi ki yarasıyla hava atan çocuk vardır. Söz, bir gün yere düşer dizimi kanatırsam yazacağım buraya, söz!
*Yarın konserim var.
*On altı şarkı var toplamda. Ben ikisini çalamıyorum. Yarın sesi kısıp çalıyor gibi yapacağım. Umarım konserimize geleceklerden birisi benim blogumdan haberdar değildir de ellerimle kendimi rezil etmiyorumdur.


*İşte bu da dozi'yle konuşurken aldığım bir screenshot.
*Herkes bana "ne zaman gidiyorsun" diye soruyor. Ya 21 ya 22sinde diyorum. Gerçi artık kararımı verdim 21'inde gideceğim.
*Şaka maka gidiyorum. Geçen seneki gibi heyecanlı değilim bu sefer gideceğim için. İstekliyim biraz. Ama herkese gerektiğinden az zaman ayırmışım gibi geliyor bana.
*Sürekli arkadaşlarımla görüşüyorum ki yeterli gelmiyor yine de, yine de az zaman geçiriyorum gibi geliyor bana; ailemle hiç görüşmüyorum.
*Bir gece diyorum annem kardeşim ben otursak evde, açsak bi' film izlesek... Hangi gece? Bu gece öldü. Yarın gece konser var. Sonraki gece son gecem. Kiminle geçireceğim o geceyi? Abime de gitmem lazım. Hatta babama da.
*Her zaman şu acındırmayı yapar babam bana ve kardeşime: Tabi işinizi gördünüz benimle, aldırdınız ne aldıracaksanız gidin şimdi!
*Ben genelde hedef olmam bu suçlamaya. Ama şimdi kalksa dese, "aldırdın ya bilgisayarı uğramazsın yanıma" diye. Bir halt diyemem. Ulan.
*Bir gün daha mı geç gitsem? Zaten okullar açıldığında gidiyorum. Ha iki gün geç ha üç gün geç. Dur bakalım.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Sıkıldım Ben

 Ben dedim Yüzüklerin Efendisi izleyelim. O dedi yok abi sevmiyorum öyle filmleri ben. Niye dedim ben. Saçma dedi. Niye dedim. Gerçek değil dedi. Sıkılmadın mı gerçeklerden be kardeşim? Dedim ben de.

 Ben sıkıldım gerçeklerden.

 Misal; bugün eski sınıf arkadaşlarımın tümüne yakını toplandık, güzel bir gün geçirdik. Akşam erkenden eve dönmesi gereken kızlarımız evlerine dağıldılar. Akşam erkenden eve dönmesi gerekmeyen kızlarımız ve akşam erkenden eve dönmesi gerekmeyen erkeklerimiz gezip tozmaya devam ettik.

 Bilindik bir geyiktir, "çok güldük başımıza birşey gelmesin" geyiği. Çok güldük bizde, Başımıza "evet" geldi. Gidip bir mekanda oturup tıkınırken televizyonda gördük sonuçları. Ne yapalım, Hiç olmazsa İzmir'den ve ilçemizden "hayır" çıkmasıyla övündük, kendimize pay çıkardık. Ama herkesin neşesi kaçtı "bir kaç" tık.

 "Halkımız" diye başlayan cümleler kurayım mı ha? Ya da "bizim millet" diye başlayan. Kurmayayım kurmayayım. Hali hazırdı eleştirmeyi düşünüyorum zaar.

 Benim çevremdeki tüm insanlar ki içinde yan masamızda oturan tanımadığım adamlar da var öyle cümleler kurmakta. "Halkımız" diyor. Kendisini o "aptal" topluluğun dışına atarak konuşuyor. Herkes Aziz Nesin anasını satayım.

 Bir yerde okumuştum hatırlamıyorum şimdi neredeydi. Diyordu ki; "herhalde Tanrı'nın insanlara en adaletli dağıttı şey zekadır. Zekasından şikayet eden birisini bulamazsınız." Doğru diyor.

 "Halkımızın" %60'ı "halkımızın %60ı aptal" diyor. Nasıl iştir anlayamadım.

"Kendini diğerlerinden farklı gören insanlar, kendini diğerlerinden farklı görmeyen insanlardan daha fazla. Ve aslında kendini diğerlerinden farklı görmeyen insanlar, kendilerini diğerlerinden farklı görmedikleri için farklılar birçoğundan. Bu da böyle biline." Demişim ben üç dört gün önce ff'de.

 Sıkıldım ben gerçeklerden. Eski sevgilimi her görüşümde yeniden saçma sapan hallere bürünmem gerçeğinden de mesela. 

 Not: Başlıktan feyz alıp yorum olarak "gtünü parmakla" yazanı sopayla kovalarım!

8 Eylül 2010 Çarşamba

Akşam Olur da Çıkar ya Yıldızlar.

 Yeni Kayıt dedim çok kez blogger'da. Hemen hepsinde de şimdi olduğu gibi yazacağım şeyle ilgili bir plan yapmadan paldır küldür girdim. Plan yapmayı geçtim herhangi bir konum bile yoktu bir çoğunda.

 Zırt pırt tema değiştirir oldum. Don değiştirir gibi derler ya. Öyle. Don değiştirmek... Önemli bir şey aslında. Siz bilmezsiniz demeyeyim de bir çoğunuz bilmez.

Üç gün ve gece üzerimde aynı giysilerle yatmak kalkmak, çalışmak zorunda kaldım. Çok önemli don değiştirmek çook.

 Ve yine bir çoğunuz bilmez tuvalete gidip de -çok afedersiniz- sıçmanın ne kadar lüks bir şey olduğunu.

 Ve de balı seversiniz. Herkes balı sever, ben çok severim mesela, benim dayıoğlu var bayılır, bi' arkadaş var hastası. Ama görseniz o balın arıdan nasıl alındığını, daha doğrusu, sağıldığını; tiksinirsiniz herhalde. Konu hijyen değil. O da bir konu aslında, hijyen. Ama konu sağımı yapan adamlar. O kadar iğrenç insanlar ki. Hakket iğrençler. "Yaramaz adam" lar.

-Çalışmak dert, arılar dert, maske giymesi çıkarması dert, sirke kokan ellerim büyük dert, anasını satayım sıçmak bile dert... Ama şu akşam oluyor da yıldızlar çıkıyor ya.

 Dedim ben. Güldü amcoğlu birasından bir yudum daha aldı.

 Akşam olmuştu gine. Birşeyler atıştırıyorduk, Feridun Abi ki kendisi manyağın önde gideni bayrak sallayanıdır "Mert yisene yemiyon hiç, amcan bayılır senin gibi işçiye, yemek yemez, şarap içmez rakı içmez" dedi. Yiyordum aslında, içiyordum da. Ama haklıydı şarap ki plastikte satılan leş gibi kokan bir şarap ve en düşük kalite rakı bana gelmedi. Yok içemedim biliyorum da kendimi bozacağım midemi dağın başında al başına belayı. Yemek konusuna gelirsek. Yediklerimiz yağ içinde yüzün gıda maddeleri idi. Herşey çok yağlı pişirildi, ve bilmiyorum neden; ya yorgun argın ve kurt gibi aç olduğumuzdan, ya da bol yağlı yemeklerin her zaman lezzetli olması gibi bir muhabbetten, çok lezzetliydi yemekler. Arada içine arı düşse de, arı kızartmasına dönüşüyor zaten bir anda, çatalın ucuyla attırıyoruz dışarıya tamam. Hala leziz ve hala tertemiz(!) yemeğimizi yiyoruz.

 Sonsuz bir argo kültürüne sahip arıcılarla üç gün geçirdik en nihayetinde. Tamam her halt dertti de, şimdi bi' laflar biliyorum var ya. Gidip arkadaşlarıma yeni öğrendiğim küfürlerle hava atasım var. O derece. Burada yazmaya dilim varmaz. Bunca zaman "dozunda küfürlü" bir blog oldu bura. Nezih bir ortam. Yazmam ama çıtlatabilirim belki.

 Söylemek istediklerini en küfürlü en kaba dilden söylemeye ant içmiş bilmemne abi dağın başında olmamızdan suyumuzun tükenmesinden ve erkeksi ihtiyaçlarından söz ediyor. Erkeksi ihtiyaçlar kısmı evet. Dedim ya en kaba dilden söylemeye ant içmiş, nasıl dile getirebilir sizce? "Kız yok yaa" demiyor. En beter hali.

 Neyse yüzüm kızardı bak şimdi.

 Bir de okuduğum bölümü beğenmedi Feridun Abi. Babama anlattım üç gündür gülüyor. "Ne okuyon len sen" dedi, "bilgisayar mühendisliği" dedim. "Hiç akıl mantık yok sizde bi boka çalışmıyo saksı sizin, bir öğretmenlik felan yazzeydin ya" dedi.

-Bir gün gel biranede misafirimiz ol Mert.
-Olur abi uğrarım bi gün.
-Ama zofliyi getirme yanında.
-...
-Karıya da götürrüz seni
-Eaaff.

 Hakket eööf. Son gün iş bitmeden önce Feridun'la aramızda geçen diyalogdur yukarıdaki. Bir laf da karıya kıza gelmesin bir laf da noktalama işareti gibi küfürle sonlanmasın. Bu arada "zofli" dedikleri amcoğlu oluyor. Ona koydukları lakap. Ne demek bilmiyorum.

 Ayrıca bakınız: Arılarını sağdığımız amcamın blogu.

 Son bir kelam edeyim izninizle. Tamam feci kaba saba adamlardı, dedim ya yaramaz adamlardı aslında ama ne bileyim işte. Bir çok yönden mazlumlar, cahiller aslında zehir gibi zeki olsalar da. Sevmedim, gıcık oldum ipnelere diyemem.


Fotoğrafı şu blogdan aldım.