23 Ekim 2010 Cumartesi

Birşey Yapmalı

 Hastaneye gitmeliyim, öksürüyorum, ciğerlerimi halıya yapıştırmam an meselesi. Küfretmeliyim, şuursuzca küfretmeliyim, Belki de şimdi Sakarya'da olmalıydım, küfrederdim ne güzel. Uyanmamış olurdum, ya da daha uyumamış, sallama çay içiyor olurdum, kaşarlı simit yiyor olurdum.

 Birçok şeyi yapmamalıydım belki, birçok şeyi de yapmalıydım da yapmadım. Yaptıklarımdan mı yapmadıklarımdan mı daha çok pişmanlık duyarım? Ne bileyim anasını satayım. Hiç birinden hiç bir halt duymasam en iyisi değil mi. Yaşasam sadece. Böyle yapsam mı şöyle desem mi, şurda şöyle mi davranmalıydım diye düşünmeden paldır külldür yaşasam. En iyisidir şüphesiz. Gerçi yoktur böyle bir insan hayatı. Varsa da gözüme görünmesin o insan hayatı, kıskanırım çünkü. Kıskancım ben. Aşırı kıskanç.

 En iyisi şu anda, oturup tekrar ve tekrar "Yüzüklerin Efendisi" izlemektir belki. Belki de Yüzüklerin Efendisi'ni silmek, bir daha izlememek "yeter muğa koyim zilyon kere izledim" demektir. Yapmayacağım öyle birşey. En iyisi izlemektir şimdi. En iyisi değildir belki de, canım istiyor. Arwen'in gül yüzünü göreyim biryol. Theoden'in "forth eorlingas" diyerekten, "death" diye bağıraraktan altı bin süvariyi arkasına takıp yaklaşık elli bin kişilik ork hattını yarışını izlemeliyim.

 Mesela şimdi çalan müziği kapatmalıyım belki. Tarkan dinlemeliyim belki. Ben o şelale saçlara! Belki sigara içmemeliyim, yok yok bir tane daha yakayım.

 Paramı saklamalıyım sanırım. Bol bol harcamamalıyım. Ya da şimdi gidip hepsini kediye yüklemeliyim. Of anasını satayım.

 Eski hayatımı geri kazanıyorum yavaş yavaş.

 Şimdi şu dizüstü bilgisayarı bırakmalıyım belki elimden. Dizimde duruyor ya, arkadaş söyledi cinsel sorunlar yaşamama sebep olabilirmiş. Belki korkutuyordur beni. Amaan. Belki bu yazıyı yayınlamamalıyım. Yayınlayacağım ama. "Bu ne lan?" diyeceksiniz okurken. Beğenmeyeceksiniz. Ben de beğenmiyorum zaten, çok az yazımı beğeniyorum ben, onları da belki kimse beğenmiyor ne bileyim. Belki de yazmayı da bırakmalıyım. Ama öyle bir şey de yapmayacağım. İnadını yazıyorum, kusura bakmayın. Çayım soğumadan içmeliyim sanırım. Evet bunu yapacağım. Aylardır yaptığım tek mantıklı hareket olacak belki de bu. Çay soğumadan içeyim. Çok mantıklı ya.

 Keşke her şey bu kadar basit olsa. İçmezsem çayı, beklerse öyle,  soğur. İçeyim o zaman. Basit.

 Son günlerde sürekli yolculuk yapıyorum. Seviyorum bunu. Farklı noktalara gitmek istiyorum ama artık. Lanet olsun. İnsan hayatı böyle sürüp gidecek değil mi? Bir sonraki aşamanın daha güzel olacağını hayal edip duracaksın her zaman ama o bir sonraki aşama daha güzel değil, daha zor olacak. Emekliliğe kadar gidiyor bu. En son diyorsun ki, "hele bir emekli olayım, gezerim tüm dünyayı" misal. Sonra da ölümü beklersin herhalde. Emeklisindir, bir ömür daha güzel olacak daha güzel olacak diye kandırmışsındır kendini, ilerleyen zamanlarda kendi çocuklarını, yeğenlerini; ve görmüşsündür ki, yok daha zor oluyor sadece, daha karmaşık oluyor. Bir sonraki aşamayı düşünürsün yine. Hele bir öleyim de...

 Yok arkadaş.

 Yüzüklerin Efendisi'ni izlemem lazım sanrıım. Orta Dünya'ya gitmem lazım. Tüm derdim tasam Orta Dünya'nın karanlığa gömülüp gömülmeyeceği olsun. Bu dünyadan banane.

17 Ekim 2010 Pazar

Birilerini Onaylamak

Adam havadan para kazanıyordu, bir de balondan, plastikten yani, yani petrol ürünü. Amerika olmalıydı bu işin içinde. Adam ajan olmalıydı. Havalı tüfekle atış yapıyorlar, balonlardan birisi patlıyor, adamın içine üflediği hava serbest kalıyor, normal hava aslında ama, değil de; onun ciğerlerine giren hava çünkü, sıradan tepkimelere maruz kalsa da, o adamdan birşeyler alarak çıkıyor ağzından, doluyor balona. Sonra patlıyor, sonra ıska geliyor, sonra mavi olan balon patlıyor, izleyicilerden  birisi kızıyor, “maviyi patlattı piç.” Sonra gülüyor o birisi. Tüm gece gülüyor. 

Çok güzel yaa diyor o birisi, evet çok güzel, onay alıyor bu gece bilmemkaçıncı kez aynı fikre. Çok güzel. Ney? Herşey. 

Hayat zor be diyor aynı birisi. Evet çok zor, yok yok değil aslında. Onay alamıyor bu sefer birisi. Zor değil aslında. Çok kolay, ama biz itinayla zorlaştırıyoruz. Önyargılarla, kurallarla, tabularla, olurlar-olmazlarla, doğrular-yanlışlarla; kırk çeşit basmakalıp içi boş sözcüğün içini dolduruyoruz, suni oluyor bu, tam dolmuyor, bu içi boş değerlerimizi bir an unutmadan, çok da güzel zorlaştırıyoruz herşeyi. Çok basit aslında, gerçekten basit. 

Ne oldu? İki dakika geyik yapmayı bıraktım kurudun kaldın? 

Üşüyor birisi, hava soğuk, gece yarısı olmuş, sokaktalar. Ama umursamıyor sanırım, eğer umursuyor olsaydı havanın soğuk olmasını sokakta olmalarını, “gel” demezdi “ şuradaki banka oturalım, manzaranın tadını çıkaralım”.  Onay alıyor bir kez daha birisi. Hadi oturalım. Oturuyorlar. Susuyorlar. Birisi gülüyor. Neden güldün? Gülmem için sebep gerekmez benim, öğrenemedin mi? Doğru. Tekrar onaylıyor birisini Onay. Güzel bir isim Onay, bu dünyaya gönderiliş amacı ismiyle açıklanmış, önsöz gibi duruyor orada.  Bir şarkı tutturuyor Onay, sessiz sessiz. Sessiz sessiz söyler zaten o. Bağırmaz hiç, birisinin aksine. Sesinin ayarı yoktur onun da her zaman bağırır o da. İki ses karışıyor, ama birisi duyuluyor sadece: “birazdan kudurur deniz…”
Yanlış şarkıyı yanlış zamanda yanlış yerde söylüyorlar. Kuduruyor deniz. Hiç ses etmeden birden çöküveriyor tepelerine. Çarşaf gibi su birden, tek bir tane büyük dalga oluşturuyor ve birisi ile Onay’ı ıslatıyor. Apar topar kalkıyorlar yerlerinden, geriye çekiliyorlar, birkaç gülüş sesi geliyor, kahkaha değil, gülüş sesi. Diğer iki arkadaşın yanına gidiyorlar, onlar hala gülmekte bizimkilerin ıslak haline. Hadi diyor birisi, gidelim oturalım banklara. Bu sefer dördü bir gidiyor, önce bankları mendille kurulayıp sonra kuruluyorlar ayrı birer banka ikişer ikişer. Ne olursan olsun kalkmak yok haa! 

Birisi hala üşümekte. Titriyor. Üşüyorsun. E ne yapacaksın? Ceketi vereyim. Hadi len! Vermem ki zaten kafan mı iyi. Hıh diyor birisi saçını savuruyor, gülmemeye çalışarak sırtını dönüyor. Beceremiyor, gülüyor, gülmek için sebebe ihtiyacı yok onun. Gel yanaş biraz. Peki. 

İyi mi şimdi ısındın mı biraz? Evet daha iyi. İyi iyi. Gecenin klişe cümlesi haline gelen cümleyi tekrarlıyor Onay: “Çok güzel yaa”. Birisi onaylıyor bu kez. Evet. Gülüyor yine. Ama şu çöpler olmasaydı gözümüzün önünde, daha iyi olurdu. Niye bakıyorsun ki çöplere daha uzağa bak.  Onaylıyor Onay, doğru diyorsun. Birisi gülüyor yine, böyle muhteşem manzara var sen çöplere bakıyorsun hihihi. 

Şimdi güneş doğmuş, bilmemkaç kez tekrarlanan ibareyle “çok güzel gece”  sabah ezanının okunmasıyla bitmiş aslında ama, bizimkiler son demlerini yaşıyorlar “çok güzel gecenin”. 

Sen böyle koluma giriyorsun ya, kolun boşlukta gibi olmuyor mu, ağrımıyor mu? Yoo. Hıı iyi o zaman. Rahatsız olduysan çekeyim? Yok rahatsız olmadım, sen rahatsız mısın diye sordum. 


Onay gülüyor. Gülmek için sebebe ihtiyacı vardır onun. Birisi de biliyor bunu. Neye güldün? Hiiç, fıkra. Ne fıkrası o anlatsana? Şey, yok fıkra mıkra, öylesine güldüm.  Birisi gülüyor, birşeyler anlatıyor eski günlerden. O gün içinde bilmemkaçıncı kez bir yerler takılarak düşme tehlikesi geçiriyor ve yine düşmeden kurtuluyor, bir köpek görüyor çok korkuyor, sanki o da korkmuyormuş gibi Onay’ın arkasına saklanıyor, kolunu sıkıyor, güçlü bir kız, Onay’ın canı acıyor da bozuntuya vermiyor. 

Onay gülüyor. Gülmek için sebebe ihtiyacı var onun biliyorsunuz artık. Birisi de biliyor bunu, bunu da biliyorsunuz. Tekrar soruyor birisi, neye güldün? Şey ya, batak, batağa güldüm. 

“Mesela koz maçadır, son üç dört kağıt kalmıştır. Yere maça 8-maça 10 düşmüştür, senin elinde de maça kız ve maça as vardır. İşte orada komik oluyor bu oyun. Ya kızı atıyorsun, risk alıyorsun senden sonraki adamda papazın olmadığını varsayıyorsun, atıyorsun ve alıyorsun; o zaman ası atıp papazı da çekersin. Ama  kızı atarsın üstüne papaz atılır, kız gitmiştir. Ya da direk ası atarsın risk almazsın.  Son iki durumun her ikisinde de yani risk alsan da almasan da bir alırsın. Komik değil mi?“ 

Birisi reddediyor hikayeyi, baştan kurguluyor, bir kere böyle bir konum olmaz zaten neden koz sekiz düşsün ki birisi papaz ondaysa düşer anca papaza iş yaptırmak için, bıdıbıdıbıdı…
Hayır diyor onay, ben bu kadar derin bir inceleme yapmaya çalışmıyorum, bir şey söylemeye çalışıyorum bak, bazen risk alsan da almasan da elde edebileceğin şey aynıdır, bırak bu konumu örneği geç ya da daha mantıklısını kur banane! Birisi devam ediyor, tükürükler saça saça heyecanla anlatıyor, anlamıyor. Dur bir saniy… Mümkün değil. Sabırla dinliyor Onay sonuna kadar, batak konumlarını. Sonra da demiyor, demez çünkü, bağıramaz da o, onaylar çünkü o ,Onay’dır çünkü, risk alması mantıklıysa risk almaz, aptaldır! Demiyor ki: “Senin arkadaşlığın artık benim için çok da fazla şey ifade etmiyor, bugün burada seninle arkadaştan öte olmamız gerektiğini anladım. Şimdi yapacağım şey maça kızı oynamaktır. Sen ya maça papaz atacaksın, diyeceksin ki saçmalama. Ya da maça dokuz atacaksın, vale atacaksın ne bileyim, diyeceksin ki ben de seninle arkadaştan öte olmak isterdim. Ası oynamak ise, sana bunların hiç birini söylememektir, sanki hala eskisi gibi, yakın arkadaşımmışsın gibi davranmaktır, kayıptır bu, çünkü artık değilsin, artık senin arkadaşlığın çok da önemli değil. Yani ası atarsam sıfır alırım, kızı atarsam ya sıfır ya bir alırım.”
Ası attı tabii ki Onay.





12 Ekim 2010 Salı

Değişmeyen Tek Şey

 Birisi var. Benim o. Bir yıllığına ara verdiği ama daha önceden de bu kadar ağırına alışkın olmadığı bir tempoya girdi. Girdim yani ben. Yaşıyoruz bir şekilde be. Bir kaç şey sayacağım, iyi şeyler mi oluyor kötü şeyler mi oluyor merak ediyorum da.

*Geçen sene bilgisayarım olmadığı için sürekli kitap okurdum, bu sene sürekli film izliyorum.
*Geçen sene küfretmezdim, zaten yeni girdiğim ortamlarda sessizimdir ancak çabuk alıştım buraya, feci halde ağzım bozuldu eve dönünce saçmalamam umarım.
*Geçen sene öğlen birden itibaren boş oluyordum, ders çalışmam gerekmiyordu. Yapacak bir şey de bulamıyordum canım sıkılıyordu. Bu sene ise gece onda bitiyor dersim, ders çalışmam gerekli sürekli bilgi yüklüyorlar bünyeye hem de kırk yıldır bildiğim şeyleri bilmediğim bir hale sokarak yüklüyorlar. Çalışmam gerek ama yapacak o kadar çok şey buluyorum ki, ki bunların arasında bloga yazı yazmak da var, ders mers çalışamıyorum.
*Geçen sene yirmi kişilik sınıfın yarısı kızdı. Hiç biri bana "yar olmadı" ama olsun, karşı cins vardı bulunduğum ortamlarda. Bu sene bilmemkaç kişilik sınıfımda her biri birbirinden "çikin" üj-bej tane kız var. Yurtta da -benim de alıştığım üzere- sürekli küfreden benim gibi tipler var.
*Geçen sene batak nedir bilmezdim, batak geceleri düzenliyoruz. Yavaş yavaş öğreniyorum daha önce bir yazımda "pek de madah oyun değilmiş" demiştim ya; töbe haşaa! Hatta foratımıza uygun olsun(!) Hey Töbe Mastam.
*İki kez finale çıktığım (...) Erkek Öğrenci Evi İkinci Öğretim Katı Kişilerarası PES(Pro Evolution Soccer) Turnuvası'nı bir kere kazandım.
*Yaban TV izleniyor bazen burada, kurt-kuş avı bakıyoruz n'apalım. Ezel muhakkak izleniyor, Kurtlar Vadisi'sini söylememe gerek yok sanırım, bir de Öğretmen Kemal izleniyor. Geçen sene hiç televizyon izlemezdim. Salona inmezdim zaten, odamda geçirirdim tüm zamanımı.
*Saçlarım uzundu, şimdi kısa. Boyum da sanki daha uzaymış gibi geliyor bana, daha güçlüymüşüm gibi, daha sağlam, ne bileyim öyle bir şey işte.
*Akşam onda dolmuş sırası bekliyorum, eğer ayakta yolcu alıyorsa ve hala ayakta yolculuk yapmaya yetecek yer varsa biniyoruz aynen.
*Bunlardan sanane ki.

 Sabah oldu, değişmeyen şey bu. Sabah oldu, ben ayaktayım, oturuyorum aslında ama uyanığım yani. Uyanığım aslında ama fazlasıyla safım da. Safım ama kötü bir insanım da aynı zamanda. Şu zamanda, şu anda düşündüğüm tek şey var: market.

 Değişmeyen şey her gün okula gittiğimde kimlik kontrolünü maruz kalmam. İçgüdüsel bir şekilde -bence öyle- beni rahatsız ediyor her okula girişimde kimliğimi gösterme zorunluluğum. Değişmeyen tek şey değişimin kendisiymiş, herşeycikler değişirmiş. Sabaha kadar vakit öldürmem, uyuyamamam değişmiyor, hala kimliğimize bakıyorlar, evet biraz daha uzun boylu hissediyorum gerçi ama. Neyse.

 Akıntı hızında koşarsam aynı nehirde tüm gün yıkanabilirim ben. Hayde eyvallah.