28 Ocak 2011 Cuma

Üçüncü Şahsın Umudu


 Takımının ilk iki golünü o attı. Onar yirmişer gol atılan halı saha maçında başka da gol atamadı. Ama iyi insandır. Asist de yapmış olabilir hem. İpini koparan ona kazık attı, sırıtmaya devam etti. Hiç kimse de pas atmadı zaten anasını sattığımın maçında. Yok, bu şaka, arada bir pas attılar değerli takım arkadaşları. Sırayla kaleye geçildi, sıra bizimkindeydi, geçti kaleye; nefret eder kalecilikten toptan korkar çünkü, topa vurmayı sever de saatte bilmemkaç kilometre hızla üzerine gelen topları eliyle koluyla götüyle çelmeyi pek sevmez çünkü; işte o bilmemkaç kilometre hızdaki top iki metre uzağından geldi ensesine çarptı. Sorarlar adama, “ensesine mi?” diye… Kalecisin sen haydi çarpacaksa bir yerine, yüzüne çarpsın ense ne alaka? Dedim ya toptan korkar, hemen yanındaki rakibi şut çekerken zıplayarak götünü dönmüştür topa, top tahmin ettiğinden daha fazla yükselmiştir o kısacık mesafede, patlamıştır ensede. Boynu ağrıyor şimdi. Eve gelince bir duş alması lazımdı, amaan dedi, pislik herif. Şimdi kokuyordur pis pis. Yatağa çoraplarıyla girmiştir, garanti. Redd dinliyordur. Sigara içmeye gider şimdi. E kaç “dakka” oldu içmiyor mazur görün. Mutfakta çaycı var, yüz liraydı, seksene aldılar annesiyle beraber. Aldılar da eve gelip çay demlediler, sanki bilmedikleri şeymiş gibi heyecanla beklediler çayın demlenmesini, karşılıklı içtiler çaylarını. Nazdarovye. Böyle birşeydi. Demem o işte, çayı da var zaten halihazırda, gider şimdi sigara içer. Geriye döner de biraz kitap okur.


Mutlu bir salaktır Mert. Şimdilik. Ve biliyor ki “mutlu” kısmı değişecek, “mutsuz” da olacak, bu da garanti. Ve umuyor ki “salak” kısmı da değişsin birgün. Umut fakirin ekmeği miydi neydi?

22 Ocak 2011 Cumartesi

Fotoğraf

 Evde olmak güzel. Ufak kardeşimin bile "çoluk çocuk işi" diyip de izlemediği çizgi filmleri izliyorum. Evde olmak demek, annanemle ilgili hikayeler anlatmak demek sanırım, geçen seneki yazılarımın büyük kısmında geçiyordu annanem. Çıldırdı annanem. Bir rüya görüyor, uyanıyor, inanıyor o rüyanın gerçek olduğuna ve biz ikna edemiyoruz onu, mesela evde tavuk beslemediğimize. 

 "İki birinden iki birinden, dört sana", dedi annanem. Uykusunda. Elleri kolları sallayarak konuşuyor uykusunda zaten, sonra gözlerini araladı bana sordu, "değil mi?" Bilmem işareti yaptım, bilmem işareti yaptı o da tekrar uyumaya başladı. Kimbilir şu anda kimlere neler paylaştırıyor .

 Kamber Abi'den tavuk dürüm yemek, evde olmak. Çok basit. Şöyle: Eğer Köfteci Hüseyin'den köfte ekmek yiyorsam gurbet, Kamber Abi'den tavuk dürüm yiyorsam memleket. Tuhaf şeyler söyledi bana Kamber Abi. İnsanları çok kolay çözüyor, bilmem kaç yıllık esnaf, birkaç cümle söyledi benim hakkımda, kendimi falcıya gitmiş gibi hissettim. Hani der ya falcı "senin üç çucuğun var, biri şurda şimdi ..." diye, sen de "ah evet evet, nasıl da biliyor yarebbi" dersin ya. Öyle yani.

 12 Kasım 2010 günüydü. İzmir'e geri dönecektim, bayram tatili için. Kardeşimin de doğum günüydü o gün, bir kitap aldım hediye olarak, ismi "Meşhur Şiirler". Türk Edebiyatı'ndaki büyük şairlerin birkaç şiirini alıp güzel bir derleme yapmışlar. Bir kafede oturuyorduk. Karşımda Sezgin vardı. Sakarya'daki toprağım, liseden, servisten arkadaşım. Bir kitap almıştı o da, bir basketbol koçu mu ne yazmış enbiyey falan filan. Anlamadığım mevzular. İki buçuk Lira'dan çay içtik oturduğumuz kafede, iki tane kız vardı zırt pırt önümüzde geçtiler, biz de klasik hayvan yorumlar yaptık, sessiz sessiz ama. Birisi yeşil bir eşofman giyiyordu, onu iyi hatırlıyorum. Nedense.Yolun karşısına da masa sandalye atmıştı mekan, orada oturan  sarı saçlı bir kadın vardı. Çikin mi çikin bi kadındı, deli gibi makyaj yapmış telefonunu elinden bırakmıyor bir an. Sonra anladık telefonla olan bu münasabetini, ekilmişti ablamız. Onun hakkında da hayvan yorumlarımızı yaptık. İkimiz de arada bir yeni aldığımız kitaplarımıza yumuluyorduk, "lan bak bak, şu şiiri bi oku" diye ona gösteriyorum arada ben. Bir şiire denk geldim. Daha önce adını sadece duyduğum şair olduğunu bildiğim ama hiç bir şiirini henüz okumamış olduğum Cemal Süreyya'ya ait. Fotoğraf. Çok hoşuma gitti şiir. "Lan bak bak şu şiire bak" dedim yine Sezgin'e. Aldı okudu "ooğ çok iyimiş usta" dedi. Ya da buna çok yakın birşey dedi.

 20 Ocak 2011. İki gün önce, Özer Abimlerdeyiz, mutfakta pöfür pöfür sigara içerekten memleket kurtarıyoruz. Sonra sittir ediyoruz memleketi bir türküye giriyoruz bodoslama, nitekim ağzını burnunu da kırıp çıkıyoruz türküden. "Ben bi' çişe gideyim, sen de internete gir bak bakalım trilyoner olduk mu" dedim, Süper loto mu şans topu öyle birşey oynamıştık da. Baktık, trilyoner falan olmamışız. Dedik tekrar geçelim mutfağa bari neskafe falan içeriz. Trilyon falan da bize ters olaylar, azıcık aşım belasız başım dedik biz. Abim önden girdi mutfağa, çaydanlığa suyu dolduracak ocağın üstüne koyacak filan. Ben de odadan az önce bahsettiğim şiir kitabını aldım da gittim mutfağa. Bu arada teyzem bize çemkirmiş "yatın gari eşşek sıpaları" demiş olabilir. Net hatırlamıyorum. Baştan açtık kitabı. "C" harfi malum alfabemizin üçüncü harfi, çok geçmeden Cemal Süreyya'ya geldik, ben bu şiiri tekrar okudum, hatırladım, iki buçuk lira'ya içtiğim çayın boğazdan geçemeyişini. Yeşil eşofmanlı kızı da hatırladım. Sezginin top sakal jöleli saç kombinasyonuyla karşımda oturuşunu da.

 Şiirin buraya kopyala-yapıştır yapmayacağım, merak eden arasın bulsun banane. Ki zaten bu şiir ismi Meşhur Şiirler olan bir kitapta karşıma çıktı, meşhur bir şiir olmalı, ben geç kaldım.

 Yetti.

9 Ocak 2011 Pazar

Çak O Zaman.

 "Kimliğinizi görebilir miyim?" dedi, "peki" dedim sonra garsonu duyamayan arkadaşıma da ilettim "kimlik istiyor bilader" dedim. "Yok sizin göstermenize gerek yok" dedi benden bir yaş küçük olan arkadaşıma, yaşıtım olan çocuktan da istemedi kimlik bir benden istedi,  bana dikti yine gözlerini. Çıkardım verdim eline, kimliğimi. "Hmm siz 94'lüsünüz, sizi dışarı almak zorundayım" dedi. Bir an için, bak ne yalan söyleyeyim bir an için şüpheye düştüm "ulan ben doksan dörtlü müydüm?" diye. "Tekrar bakın, 91 yazıyor orada" dedim elemana. Telefonunu çıkartıp telefon ışığıyla baktı bir de, özür dileyip gitti paşa paşa da biramı getirdi.

 Çok güzel şarkılar çalıyordu, ışıklar kısıktı, loştu. Kanıma karışan alkol miktarıyla doğru orantılıydı şarkıya eşlik etme sesim. Yükseldikçe yükseldi. Ama küçücük, tahmini yirmi metrekarelik alana kıç kıç doluşmuş insanların da konuşma sesi kanlarına karışan alkolle doğru orantılıydı, bağıl sesim hep aynı kısıklıktaydı.

 Şu karşı masada bize sırtı dönük oturan kız var ya, tanıyorum ben onu, geçen seneden tanıyorum, o beni tanımaz ama. Beğenirdim lan ben o kızı, sonra başka bir dallamayla sarmaş dolaş görmüştüm. Anaa, ben çocuğu da tanıyorum geçen seneden, bak görse beni selam verirdi, görmedi neyse ben gidip selam vermem şimdi masası çok kalabalık. Neyse bi' çişe gideyim ben...

 Neyse bilader işte, geçen seneydi, hazırlığı bırakıcam artık kararımı vermişim, son kez Sakarya'ya geldim, son kez dediysem o sene için son kez, neyse yurttan senetleri almaya çalışıcam falan vermedi de zaten pezevenk senetleri boşu boşuna geldim ...

 La bebe! Şu kızlar kalkıp sigara falan içmeye çıkarsa söyle la bana göremiyorum ben buradan sen görüyorsun.

 Tamam bilader söylerim.

 Usta şimdi İzmir'de olacaktık...

 He ya.
  "Tekelde ineriz la" dedi, "tamaam" dedim. Kanyak alacaktık, tadımlık, yurda varana kadar da yutacaktık. "Len, uyuyakalma yine" dedim dolmuştan inmeyen, dosdoğru yurduna giden, sağlam kelle olan arkadaşıma, toprağıma. "Eyvallah usta" dedi, sanırım yine kapattı gözlerini. Eh, girdik tekele. Kanyak var mı yok. Ne yapacağız? Votka alalım bari. Çek birer tane Russian Vodka. 10 Cl'lik.

Çak bakam.
Sigara gönder bakayım bi tane. 
Bak şu arabanın oraya gelince birer yudum daha yuvarlıycaz. 
 Pazartesi günü matematik finali var bu arada. Çarşamba günü de Algoritma. Çak o zaman. 

7 Ocak 2011 Cuma

Altısını Yedisine Bağlayan Gece

 Ayın altısını yedisine bağlayan geceler kutsaldır. Bankamatik önünde buluşup fatura, ev kirası, arkadaşa olan borç, kıza hediye alacaktım vb şifreli ifadeleri kullanarak biz, "Yedi Tarikatı" sosyalleşir, aynı zamanda ibadet ederiz. Gizli eylemler planlıyoruz dünyayı ele geçirmek gibi ama önce gidip bi' paket sigara almamız lazım, kaç gündür arkadaştan otlanıyoruz çünkü. Dışarıdan bakılınca masum görünebiliriz, aynı zamanda zayıf. Köfte ekmek yedikten sonra görün bir de bizi. Ispanak yemiş Temel Reis gibi oluruz hepimiz, eyleme hazır. Sonra evlere dağılır çiğdem çitleriz. Bir sonraki altısı gecesi saat 12'yi geçince bulışmak üzere sözleşiriz elbette.

6 Ocak 2011 Perşembe

Bir Garip Blogger

 Olmuyor artık yazamıyorum. Rahatlığımı kaybettim çünkü, boyumdan büyük işler yükledim belki de kendime, sebebi bu olmalı. Rahat değilim evet, her yazma girişiminde bulunuşum, çirkin bir yazı olduğunu düşündüğüm için başarısızlıkla sonuçlandı. Baktım eski kayıtlarıma, bir elin parmaklarını geçmez beğendiğim yazılarım. Demek ki bol bol çirkin yazı yazmışım, şimdi hiç birşey yazmıyorum. Maymun iştahlılıkla alakası var mı diye düşündüm bir ara, maymun iştahlıyımdır çünkü, yok sanırım o yüzden değil.

 Eski yazdıklarım gayet basit şeylermiş, e basitim ben, kendimi mi kandıracağım, basitim işte basit basit yazayım sorun ne değil mi? Bir garip blogger'ım ben. Eh, ilgilenenler için gelsin. Bir garip blogger'ın serüvenleri.

 Ashlynn Brooke'u tanır mısınız? Ben tanımazdım, bir porno yıldızıymış kendisi. Erkek yurdu halleri tabi ki bu kadının filmleri pek beğenilir pek aranırmış. Arıyorlardı yine. İsim o kadar çok telafuz edildi ki dönüşüme uğradı. Eşlin burok, eşlin buruk, eşlin bırak, eşlin burak. Ve böylece Burak isimli arkadaşımız artık Ashlynn Burak oldu. Ve hemen alıştı lakabına. "Eşlii" diye seslenince dönüp bakıyor "efendim Mert" diyor.

 Eşlin Burak'tan bahsedeyim mesela size. İlginç adamdır Eşli. Bu arada herkes ona Eşlin diyor bana zor geliyor Eşli diyorum sadece. İlginç adamdır. İyi adamdır ama gerçekten ilginçtir. Sigara içmez ama paket taşır. Arada bir bi' tane yakıverir. Sigarasız kalırsam eğer, Eşli'de muhakkak vardır; çatlatır bi' sigara. İlginç adamdır, çok komik hikayeleri vardır, lise yıllarına çocukluğuna dair.

 Mesela bir gün Abi Evi'nde kalıyorken arkadaşlarıyla... Bilirsiniz Abi Evleri meselesini. Eskiden daha gizli kapaklı bir müessese idi sanırım ama artık iyice ayyuka çıktı bilmeyen yok. Kalıyorken evde, ne yapmış ne yaramazlık etmişlerse abiler  kovmuş bunları evden. Kızmış bunlar da, isyan yaşlarındalar evlatlar; gidip bira almışlar bir tane. Dört kişi bir türbeye girip bira içmişler. "Eee, başka içmedin mi yani" diyorum, içmemiş, hayatında bir kere alkol kullanmış, birbölüdört bira içmiş, onu da türbede içmiş. Ne hikayeleri var da daha anlatmaya elim varmaz.

 Ben burada hayatında hiç içmemiş adam gördüm. İyi birşey tabi bunları görmem, Türkiye İzmir'den ibaret değil, Ramazan'da bile meyhaneler açıktır, bir yanda oruç açanlar bir yanda bira içenler olur, kimse kimseye karışmaz. Ve en azından bir kere içmiştir yahu adam, denemiştir, merak etmiştir. Varmış denemeyeni "ağzına sürmeyeni"...