28 Nisan 2011 Perşembe

Tesbih ve Çakmak

 Dün gece bir çakmak gösterdi arkadaşım bana. Üzerinde iskambildeki "maça" sembolü olan, ağırca, kapaklı şık bir çakmak. "Dört liraya bırakırım sana" dedi. Sanırım alacağım bu çakmağı. İstanbul'dan Kadıköy'den bir de güzel tesbih getirmesini isteyeceğim sanırım. Kuzenimin hediye ettiği çakmağa ve abimden "çarptığım" tesbihe karşılık olarak.

 Kuzen, aslında kuzen değil; amcaoğlu geçen yaz buradaydı. Sakarya'da. Düzenlenen bir geziye katılıp İzmir'deki bir sürü öğrenciyle beraber Sakarya'yı gezmeye geldi. Çok ilginç anıları olmuş burada, birçoğunu anlattı. Neyse. Çark Caddesi'ni de görmüş. Çark Caddesi'nde de bir çakmakçı amca görmüş. Bir çakmak almış bana. Pokerdeki en üstün el olan royal flush var üzerinde, kapağı yana kaydırıyorsun, on, vale, kız, papaz ,as açılıyor. Çakmak alev alıyor. Çok güzeldi, bir haftada manyetiğini bozdum ama yanımda taşıyordum yine de. Montumun üst cebinde -düğmeli olan.

 Bir ay önce miydi neydi. "Hadi gidelim" dediler. "Hadi gidelim" dedim. Türkiye-Avusturya maçına gittik. O günüm ayrı bir hikaye. Maça girecekken üstümüzü aradılar tabii ki. Üst cebimdeki sertliği farkedip sordu polis, bu ne? E şey, çakmak. At onu o zaman şuraya. Hediyeydi bu. O zaman maça girme.

 Attım gitti n'abayım? Sahi ne oluyor o toplanan çakmaklara?

 Ne zaman abimlere gitsem her türlü ıvır zıvırını kendine göre bir düzenle astığı üç-beş tane çividen birisinde asılı duran tesbihi alır oynardım. Tesbih çevirmeyi de pek bilmem aslında. Ama geliştirdim kendimi, çok zevkli birşey.

 Arada bir nazlanırdı kerata, "oynama şunlan" derdi. Severdi o tesbihi. Bu sene buraya gelirken "uygun bir dille" istedim, "hadi be abi alıyım be hadi bee" dedim. Verdi.

 Dün de onu parçaladım. Kendimi kaptırmış El Clasico izlerken, ne zaman kırmızı kart çıkacak diye gerim gerim gerilirken, gerim gerim germiş olacağım ki tesbihi. Patladı. Parçaları da çöpe attım. Aferin bana.

 Şu "dört liraya bırakılacak" çakmak güzel. Onu alayım. Bir de tesbih buldum muydu tamamdır bu iş.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Eksik Yaşamak

 Bakınız. Blogger haricinde Tumblr hesabım da var. Ama orada takip edenim falan yok. Şükür ki yok. Kafama göre yazıyorum. Çok rahat yazıyorum. Oraya iki ay içerisinde yazdığım yazı sayısı buraya bir yılda yazdığım yazı sayısına eşit. Nerde çokluk orda bkluk tabi. Genellikle dandik yazılar çıkıyor ya da dandik demeyeyim de, değersiz yazılar. Gündelik yazılar, ona buna küfrettiğim yardırdığım yazılar. Ama aralarında "fena değil" derece yazılar da var. Onlardan birkaçını kopyala-yapıştır yapmayı düşünüyorum buraya. Kendi yazılarımı çalmayı düşünüyorum.

 Eksik yaşamamak gerek derim ben. Bir ara bir yerlerimden uydurdum bunu yani. Ama her boku da yapamazsın. Ne bileyim eksik yaşamayacağım diye ipnelik yapamazsın misal. Eroine başlayamazsın. Adam öldürmek de olmaz. Örnekler çoğaltılabilir.

 Gece denize girmek isterdim, yapmasam eksiklik olacaktı, geçen yaz çektik rakıyı sahile indik gece 12 gibiydi yüzdük. Götümden uydurmuş olduğum bu şey, eksik yaşamamak saçmalığı, masum şeyler için geçerli sanırım. Masum şeyler için geçerli ya, çok da geçerli değil o zaman. Bir iki sene takıldım ben bu kafayla. Artık biraz daha farklı düşünüyorum. Gençliğin ateşini kaybettim. Yaş 20 mınakoyim. O kadar da değil. Hala ateş felan var. Ama şöyle düşünüyorum artık. Her şeyiyle, her haltı yiyerek eksiksiz yaşayan bir insan ki öyle bir insan yoktur olamaz, düzgün bir şekil oluşturur. Çok düzgün. Bir küp gibi mesela ya da dikdörtgenler prizması olsun fark yapmaz. Eksiklikler o prizmadan bir parça koparır.

  Ve şöyle olmalıdır: Öyle yaşamalıyım ki girintili çıkıntılı mükemmel bir desen oluşturayım. Eksikliklerim, yapmadıklarım ve yapamadıklarım, ölmeden önce tamamlayacağım şekil için güzel boşluklar olsun, güzel bir desen bırakıp gideyim öbür tarafa.

 Bunu beğenmiştim misal. 16 Şubat 2011 tarihinde yazmışım. Şimdi tumblr'a geçip "heytobemastam" yazarına küfretmem lazım, görüşürüz.

Tom ve Jerry Hakkında

 Ne zaman bir yerde bir zenci kadın görsem, rengarenk giyinmiş, elinde süpürge… aklıma Tom gelir. Jerry’nin düşmanı Tom. En son ne zaman süpürgeli bir zenci kadın gördüm? En son Tom ve Jerry izlerken. Ama olsun. Bir gün sokakta denk gelirsem o kadına, fatura kuyruğunda, süpermarkette, berberde, meyhanede. İki çift lafım olacak kaltağa. Karnının altına altına vurmak neymiş zavallı “tomıs”ın, göstereceğim ona!

 Ben Tom'u tutuyorum zaten. Fare yavşak.

 Aslında kedileri sevmem. Ama Tom delikanlı bir kedi.

24 Nisan 2011 Pazar

 Açık açık söyleyeyim. Sarhoşum. Aklıma eski sevgilim geldi. Aslında "eski sevgilim" olan kişiden sonra başka kızlar da girdi hayatıma ama. Yok işte. İçtim mi aklıma O geliyor yine.

 Yapacak birşey yok.

 En iyisi bir tane daha bira açmaktır şimdi.

16 Nisan 2011 Cumartesi

Dilimizdeki Yabancı Sözcükler

 Geçtiğimiz hafta vize haftasıydı. Sınavlarımın tamamına yakını berbat geçti, sağlık olsun. Bu yazıma konu olacak şey ise en son girdiğim sınav. Türk Dili sınavı. Yirmi adet test sorusu vardı sınavda, ek-fiil falan filan. Test sorularının hepsi ön sayfadaydı, arka sayfayı çeviren herkes şok oldu. Bir de kompozisyon yazacakmışız üzerine... Gözetmen abimiz dalga da geçti, "istatistiki bir çalışma" dedi, "bakalım bilgisayar mühendisleri ne kadar kompozisyon yazabilirmiş eheh eheh" dedi. Kompozisyonumuzun konusu da, günlük hayatta en çok hangi dilden girmiş sözcükleri kullanıyormuştuk, bunun önüne geçmek için ne yapabilirmiştik? Ben de yazdım. Aynısını yazamam buraya ama bu konu hakkında daha önce de düşünmüştüm, düşündüklerimi de oraya yazdım, sınav kağıdıma yazdıklarımın hemen hemen aynılarını yazabilirim yani.

 İlk aklıma gelen İngilizce oldu. Ama yok. Sanırım Arapça ve Farsça'dan girmiş sözcükleri daha çok kullanıyorum. Çok normal tabii ki bu, yüzyıllarca beraber yaşamış olduğumuz toplumların dilleri. Karşılıklı etkileşim kaçınılmaz. 

 Bunun önüne nasıl geçebiliriz, bilmiyorum; bunun önüne geçebilir miyiz, onu da bilmiyorum. Aslında ben denedim, "müsait bir yerde" demedim de "uygun bir yerde inebilir miyim" dedim dolmuş şöförüne. İneceğim yerden biraz(!) ötede indim nitekim. Sağlık olsun, spor yapmış oldum.

 Ne zaman ki daha çok insan "müsait" sözcüğü yerine "uygun" sözcüğünü; hatta yeri gelmişken söyleyeyim, ne zaman "kelime" sözcüğü yerine "sözcük" sözcüğünü kullanır... kimbilir belki de önüne geçeriz.

 Dedim. İyi mi dedim bilmiyorum. Türk Dili dersine hiç girmedim bu sene. Belki de herif -hoca erkek miydi emin değilim- derste sürekli "kelime" diyordur, yok yere adama kiydirmiş olmuşumdur belki.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Yuvarlanıp Gidiyoruz

 Yahu. Ne yapayım işte. Vizeler falan uğraşıyoruz. Bugün Olasılık ve İstatistik isimli dersin vizesine girdim, karaladım birşeyler çıktım. Yarın Algoritma ve Web Teknolojileri derslerinin vizeleri var. Algoritma-1'den kalmıştım ilk dönem, bu dönem de kalmam umarım.

 Şimdi işte çıkacağım dışarıya bi' sigara bi' ekmek alıp geleceğim. Cepte kaldı 20 lira. Para pul da yok anlayacağın. Para olmalıydı aslında şimdilerde. Ayın yedisinde 240 lira geçti elime. Aha bak bugün onbiri 20 lira kaldı diyorum. Nasıl oldu bu iş böyle? Bak. Zaten 75 lira içerideydim bu ay. Borç harç dağıttım önce bir. Sonrasını da süratle yedim. Yedim. Pek doğru olmuyor "yedim" lafı. Gerisini de süratla içtim. Şimdi oldu. Üç tane yeni roman aldım. Jack London-Demiyolu Serserileri, Ernest Hemingway-Silahalar Veda, Maksim Gorki-Benim Üniversitelerim. Bi' de geçenlerde okul kütüphanesinden Goriot Baba'yı almıştım, yeni aldığım kitaplarımı okuyamıyorum yani, belirli bir süre sonra, yani 15 gün içerisinde geri vermem gerekiyor Goriot'cuğumu. Onu okumaktayım o yüzden.

 Şu "Goriot" nasıl okunuyor? "Goryo" şeklinde mi? Sonundaki "t" harfini okumuyoruz sanırım. Fransızcam yok işte olsa sorun olmazdı. Ama Japonca'mı ilerlettim. Dattebayo!

 Ne diyordum. Şey. Para yok işte. Karı kız da yok anasını satayım. Güzel şeyler yok hayatımda. Rutin boktanlığıyla yaşıyorum hayatımı.

 Bak şimdi ders çalışmam lazım. Algoritma çalışmam lazım. Aşk Bitti çalıyor şimdi. Ezginin Günlüğü. Ayaklarım üşüyor şimdi. Burnum akıyor. Boğazlarım acıyor. Çivi çiviyi söker. Gidip sigara almam lazım şimdi. Gitmeden önce de ketıla tepeleme su doldurmam lazım. Makarna yaparım, ucuza doyurmam lazım karnımı.

 Demem o ki; yuvarlanıp gidiyoruz işte. Seni sormalı bilader sen ne yaptın?

3 Nisan 2011 Pazar

Bir sonraki yazıma başlık bulurum buna bulamadım tamam mı?

 Blogger'a erişim engellenmişti. DNS değiştirip bloguma girer yazabilirdim birşeyler, yapmadım. Erişim engelli olmasaydı da yazmayacaktım bu arada büyük ihtimalle.

 Oradan buradan karman çorman bir yazı olabilir bu. Belki de bir konu bellerim bir ara, oradan akar gider. Birlikte izliyoruz...

 "Mutsuz olmayı özlüyorum bazen" dedim, çook güldü. Zoruma gitti biraz, saçma geleceğini biliyordum da benim ciddi ciddi söylediğim bir şeye gtüyle gülmesi birazcık koymuştu. Mutlu değilken sırıtıp durmak, aylarca belki kafam bomboş gezip tozmak bana göre değil. Ben hayatı uçlarda yaşamayı severim uuuğ beybi de demiyorum. Çok kro olur zira. Ama ne mutlu ne mutsuz olmaktansa adamakıllı mutsuz olmayı, üzgün olmayı istiyorum bazen. Evet şimdi gayeme ulaştım. Adamakıllı mutsuzum.

 Tarih tekerrürden ibarettir! Olur mu azizim öyle şey.

 Sokayım tarihe, "sıkma tatlı canını ..." diye bir atasözümüz var. Ama o muhabbet de çok abes olur şimdi.

 "Sakla samanı gelir zamanı" atasözü ile ilgili bir "kompozisyon" mu yazsam ki? Belki Türkçe'm beş gelir. Ya hani mesela "bu ne muğa koyim" diyip de kenara fırlatırsın ya birşeyini, sonra lazım olur bulamazsın. Gibi birşey. Ya da çorabın teki vardır teki yoktur. Zaten teki yok anasını satayım dersin sallarsın bi' yerlere, sonra diğer tekini bulursun. Böyle yani.

 Babamdan bir özlü sözle bitireyim aylar sonra yazdığım ilk yazımı. "İnsanlar yavşaktır oğlum."