19 Aralık 2011 Pazartesi

Fabl


 "Anlatsam roman olur" vardır ya. Kişinin hayatı öyle olaylarla doludur ki... roman gibidir işte. Ben hayatı başka bir edebi türe benzetiyorum. Fabl.

 Fabllarda konuşan hayvanlar vardır ya, yok mu etrafınızda hiç konuşan hayvan? Muhakkak vardır. Karganın ağzındaki peynire göz dikmiş tilkiler yok mu hayatta? Sürüsüne bereket. Ve hatırladığım tek fabl bu. Bu yüzden de insanlığa laf sokan başka bir örnek veremeyeceğim. Fabl türünün özelliklerini de hatırlıyorum ama. Ders verir.

 Hayatın gereksiz, anlamsız bir ders verme çabası var bence. Gülersen komşuna geliyor başına. Bugünün işine yarına bırakırsan hiç hoş durumlarla karşılaşmıyorsun. Mesela bulaşık. Sıra bendeyken yıkamıyorum, iki gün sonra evdeki tüm tabağı çanağı yıkıyorum. Bu ufak bir örnek tabi. Tabii ama, ellerim mahvoluyor.

 Abimin askerliğinin İstanbul'a çıktığına mı sevinsem, "arada bir uğrarım yanına" diye mi hayaller kursam, finallerin başlamak üzere olmasına mı üzülsem, paniklesem; yoksa oturup ders mi çalışsam, "her güzel şeyin olduğu gibi her çirkin şeyin de bir sonu vardır" diyerek kendimce aforizma üretip de finallerin başlamasına sevinsem mi yoksa, boşboş geçirdiğim günlerime mi yansam, günlerime bomboş geçirebilecek kadar özgür olduğuma mı sevinsem, fabl türünün kurucusuna mı küfretsem... Parasızlığın içine mi tükürsem, kronik fakirliğe okkalı bir balgam mı atsam?

 Ne yapsam?

 Sazımı çalarım oynarım ben. Kış geldiğinde de geberip giderim.