29 Ocak 2012 Pazar

Akılsız Başın Cezası


 Akılsız başın cezasını ayaklar çeker. Derdim annem, ben küçükken, bakkala gönderildiğimde ve birşeyleri eksik alıp geldiğimde. "Haydi bakalım, git bir tane de ayçiçek yağı al şimdi, akılsız başın cezasını ayaklar çeker" derdi. Öflesem de pöflesem de gider alırdım.

 Bunu öğrendim ben.

 Ama anlayamadığım birşey var. Bana ait olmayan bir akılsız başın cezasını da bazen bana ait olan ayaklar çekiyor. Az sonra anlatacağım olayda iki tane baş var, iki tane de ayak var. Başlardan birisi, ayakların her ikisi de bana ait.

 Daha yeni gelmiştim tatile. Ayın onbeşi oldu, gittim babamdan paramı aldım. Babam bir de kredi kartı uzattı bana. "İçinde yedi yüz elli lira var, git çek, elli lira daha vereyim harcını yatır" dedi. Ne gerek vardı? Daha çook zaman vardı. Yatırırdım bir ara.

 Geçenlerde tekrar gittim babama, bahsi geçen kartı aldım babamdan. Bir elli lira daha aldım konuştuğumuz gibi. Saat üç gibiydi. Ya dedim, bunun yarını da var, son günü ama olsun, yarını da var, yarın halledeyim, şimdi oturayım şuracığa, babamın ev yapımı şarabından çekeyim birkaç yudum; muhabbete ortak olayım birkaç kelam. Hiç canım istemiyordu dışarıya çıkmayı. Hem daha dün halı sahadaydım, gök yarılmıştı daha dün, sıçan gibi ıslanmıştım daha dün, eve kendimi zor atmış hasta olmamak için binbir kocakarı ilacına başvurmuştum bir gece önce. Hafif kırık gibiydi vücudum, otureydim şuracığa be. Yok, olmazdı. Son güne bırakmamalıydım, hem yarın kesinkes daha kalabalık olurdu banka, haydi bakalımdı yürü bakalımdı.

 Yürüdüm bakalım. Perşembe günü. Buranın pazarı. Ve belediyemiz de artık gelenekselleşmiş, "şuraları kazsak da bir boru mu döşesek, vay efendim var olan boruları çıkartıp daha sağlamını mı döşesek, acep buradan tarihi eser gibisinden birşeyler çıkartır mıyız ki, petrol mü bulsak la" günlerinden birisini yaşamaktaydı, her yer çamur ve insandı. Ne kadar sigara içtim, ne kadar küfrettim, bilmiyorum. Ama sayıları birbirlerine ve büyük sayılara çok yakındır. Vardım İş Bankası'na. Bankamatiğe soktum kartı, şifre, tamam, istediğim tutarı giriyorum, oldu. Yok, olmadı. Şifren yanlış diyor. Ben vazgeçmiyor üç kez üst üste deniyorum ve bankamatikten azar işitiyorum. Şifre deneme limitini aştın koçum diyor. Babamı arıyorum, şifrenin doğruluğunu onaylattırıyorum, bir de tavsiye alıyorum kendisinden : Bankanın içine gir yüz yüze hallet işi.

 Uyuyorum baba tavsiyesine. Şükür yarım yamalak uyuyorum. Gişe numaramı aldıktan, birkaç dakika sap sap dikilip, yere sabitlenmiş sandığım dayanak olabileceğini sandığım bir tahta parçasını sırtımla iktirip, düşmeden toparlanıp feci utandıktan sonra kapının önündeki danışman gibi duran abiye gidiyorum.

 Gayet düzgün bir İstanbul Türkçesi ile dedimi anlatmaya başlıyorum ki abi lafımı kesiyor. "Yalnız o elinizdeki Akbank kartı, Akbank'a giderseniz daha çok yardımcı olabilirler".

 Tekrar arıyorum babamı. Düşüyor jeton. Aaa diyor, ben yanlış kartı verdim sana, gel doğrusunu vereyim. Hani sen uyumaya çalışırsın da yanındaki uyumamış muzip akraba kulağını gıdıklar da zırt pırt uyandırır ya seni.  Aynen öyle. Hani bağlasalar seni bir sandalyeye, göz kapaklarını bantlasalar da televizyonda evlenme programlarına çıkıp yurdumun nadide bir yöresine ait nadide bir türküyü söylemeye çalışan adamları izletseler sana, dinletseler. Aynen öyle.

 Ayaklarım babamın akılsız başının cezasını çekmeye başladı o anda. Söve saya döndüm eve. Doğru kartı aldım. Tekrar gittim bankaya, çektim parayı, diğer bankaya girip yatırdım. Sonra tekrar döndüm eve.

 Hallettin mi oğlum, diye sordu. Hallettim babacım, çünkü doğru kart olunca ben halledebiliyorum aslında dedim. Güldü, yanındaki arkadaşlarına dönüp sağlam soktu dedi, onlar da güldüler, ben de güldüm. Bir kaç bira ısmarladı bana. Çok sinirlenmiştim de, önemsiz şimdi.

 Ama hikayem burada sona ermiyor. Harcı da yatırdıktan sonra artık ders seçimi yapabilirdim, ben öyle sanıyordum. Yapamadım. Harç yatırmanın son günü 27si iken ders seçiminin son günü 25i, ve harcı yatırmadan ders seçimi yapamıyorsun. Yani bu saçma sapan sistemde aslında harcın son günü 25i oluyor. Daha geç yatırırsan, benim yaptığım gibi, ders seçemiyorsun.

 Hikayenin bu ikinci kısmındaki akılsız baş bana ait. Cezayı çekecek olan ayaklar da bana ait olacaklar. Sakarya'ya bir hafta geç gitmeyi planlıyordum, en geç 3 şubatta orada olmam ve dilekçe vermem gerekiyor, bu dönem ders görebilmek için.

 Bu hikayeden çıkarmamız gereken ders, zaten ilk cümlede okuyucunun gözüne sokulmuştur. Ve hatta bu yazıya verilebilecek en uygun  başlık da O'dur. Ha bir de şu olabilir : Bu devirde insan babasına güvenemiyor yahu! Bir başka alternatif de şudur bence : Bugünün işini yarına bırakma. Bir başka açıdan yaklaşıp "her işte bir hayır vardır, belki de Sakarya'ya erken gitmem gerekiyordur" da diyebilirim. Minnacık bir ihtimale bel bağlayarak, şunu da söylemek istiyorum: Eğer o gün pazarda karşıma çıktıysanız, üzerime üzerime yürüdüyseniz ben de sizi iktirip kaktırdıysam, özür dilerim. Aslında öyle bir insan değilimdir. 

7 Ocak 2012 Cumartesi

Leblebi


-Babacığım şimdi şöyle oluyor, dört tane dersten kaldım, bir tanesinden de DD ile geçtim, ikiyle geçmek gibi birşey yani.
-Yani?
-Yani şey. Ortalamam biraz düşük, şimdi yalan olmasın, düşük. Velev ki ortalamam yüksek, neden sınıfı geçmeyeyim ki zaten?
-Sadede gel.
-Şey işte, sene tekrarı yapmam gerekebilir. Gerekiyor gibi. Ya baba ben sınıfta kaldım be.
-Sağlık olsun oğlum, senin s.kin sağolsun oğlum benim.
-Adamsın.

 Hayal kurmak güzel şey.

 Sene tekrarı yapacak olmamı muhtemelen bu kadar da nazik karşılamayacak olan adamdan, babamdan daha iki gün önce para isteyişim geliyor aklıma. Ezile büzüle "Babacığım durumun varsa, şey yani ben paramı yetiremedim de yine ..."

 Babam net konuştu : Kaç para? Şu "kaç para" sorusu bir tuhaf. Yani altından ne çıkacağını bilemiyorsun; "kaç paraysa verelim" de çıkabilir, "yine mi para istiyorsun" da çıkabilir. Ve hatta "sen beni sırf para istemek için arıyorsun beni baba değil bankamatik gibi görüyorsun hayırsız evlat!" bile çıkabilir.

 Ezile büzüle devam ettim. "Şey, öyle büyük bir para değil, bitti param şimdi, ayın yedisine çıkartacak kadar bir yirmi lira yeter."

 İşte altından ne çıkar bilemiyorsun o sorunun. "Amaaan o da para mı, yirmi lira senin köpeğin olsun, ben o parayı g.tümle veririm, ahahayt yirmi de neymiş" gibi bir tavırla kabul etti babam, yirmi lira talebimi.

 Ertesi gün aradım babamı tekrar.

-Baba benim yirmilik ne oldu?
-Ne yirmiliği?!

 Aklıma bir an için paralel evren teorileri, babamın yerine geçen uzaylılar, üçharflilerin benimle d.şak geçmesi gibi senaryolar geldiyse de jeton çabuk düştü. Bir gün önce "sarhoş babamla" konuşmuştum, o anda da "ayık babamla" konuşmaktaydım. Tekrar ezildim, tekrar büzüldüm, tekrar ettim yirmi lira talebimi. Kendileri de -büyük insan- bir gece öncekine yakın bir tavır takınarak talebimi kabul edip bana yirmi lira arz ettiler.

 Bir paket kısa anadolu, bir adet çakmak, bir adet de gofret -çokonat- aldım. Gofretimi yedim yürürken. Pakedimi açtım, çöpünü çaktırmadan sokağa attm, yeni çakmağımı çakıp rüzgara sırtımı dönüp bir sigara yaktım.

 İki bira almak için tekele girdim sonra. Tekelci telefonla konuşuyordu. Aldım iki biramı, "kaç para" diye sordum. "Hayatımlı" "mayatımlı" birşeyler söyledi önce, bana değil telefondakine, sonra da "alsdlf soeofm" dedi. "Ney?" dedim. Sinirlendi tekelci abi -gıcık insan. Telefonu tutmakla meşgul olmayan diğer eliyle hesap makinesine uzandı, "LEBLEBİ" yazdı. "Ney?" dedim. Telefonu tutmayan el ile "ay pardon yanlış oldu" işareti yaptı. "Hayatım" dedi. Sonra tekrar hesap makinesine gitti telefon tutmayan el. "6.80" yazdı, bana döndürdü. Cüzdanımda iç içe duran üç adet beşlikten en içtekini çıkartmak için çabaladım biraz, başardım, cüzdanımı cebime geri koydum; elimi montumun sol cebine atıp yol boyunca şıngırdayıp başımın ağrımasına sebep olan bozuk para güruhunu yığdım masaya. "Beş, beşbuçuk, beşyetmişbeş, beşseksen, iyi akşamlar" dedim. "Tamam hayatım" dedi.

 Girdim eve. Biralarımı dolaba koyacaktım ki Burak'ın sesiyle irkildim. Biraz da görünüşüyle. "Ulan üç kuruş para buldun hemen bira aldın de mi, körolasıca!" diye çıkıştı bana Burak. "Körolasıca" hakaretini feminen bulduğumdan olacak "sus kadınn" diye kükredim Burak'a. "Ne diyorsun .mına koyim" diye ciyakladı o da. İçinde iki adet bira bulunan siyah poşetimi bir gürz gibi sallayarak Burak'ın kafasına indirdim.

 Sonra da uçarak uzaklaştım oradan.

5 Ocak 2012 Perşembe

Batan Güneş


 Batan Güneş. Osamu Dazai. Japon bir yazarın kitabı. Ben de sırf Japon diye aldım kütüphaneden, on beş gün içerisinde teslim etmem gerekiyordu. Geciktirdim, teslim ederken ceza da ödeyeceğim şimdi. Hala okumadım bir de.

 Dün gece akşam yedi gibi uyandım. Mantık Devreleri finaline uyumadan gitmeye karar verip odama gömüldüm, ders çalışmak için. Üç beş film izledim, üç beş saat kadar oyun oynadım, odamdan çıkıp hazır tavuk çorbası pişirip bir adet soğanla birlikte yuttum. Odama dönüp ders çalıştım bir ara. Çalıştım ama gerçekten. Dikkatim çok çabuk dağılıyor, bunun da bilincinde olarak verimli şekilde çalışmaya çalıştım. Yarım saat kadar çalışıp geçmiş yıllarda çıkmış bir final sorusunu çözebilecek duruma geldiğimde bir buçuk saatlik bir ara veriyordum. Sistemim buydu ve neredeyse bir buçuk iki saat kadar çalıştım.

 Sabahı ettim. Bir tane daha kahvaltı ettim. Omlet yaptım kendime, pul biber, kuru nane, kara biber, iki adet yumurta. Bir tabakta birleşirler. Bir çatalla karıştırılırlar. Tavaya dökülürler. Tava, bir tencere kapağıyla kapatılır. Beş dakika kadar sonra, mükemmel bir görüntüye ve kokuya sahip omletimiz hazırdır. Çay da demledim. Yuttum onları da işte. Öğlen birde sınavım vardı, saat on iki gibi evden çıkmalıydım. Artık oynanacak oyunları, izlenecek filmleri, çiftleri bulunup birleştirilecek çorapları, içilecek çayları, sarartılacak dişleri tüketmiş olduğum için Batan Güneş'i aldım elime. On dakika kadar sonra evden çıkmam gerekiyordu.

 Okudum biraz. Sonra bir karar aldım. "Bu kitabı cuma günü teslim ederim, teslim etmeden önce de okur bitiririm" dedim. Bir gün içinde bitirmeye karar verdim yani.

 Şimdi kitap masamda duruyor. Hala okumuyorum.

 Dur bir özet geçeyim.

*Bu dönem alttan aldığım bir ders de dahil toplam yedi ders alıyorum ve sanırım beşinden kaldım.
*Bu dönem bir tane hadi olsun iki tane kitap okudum.
*Bu dönem de farkedilmemek/yoksayılmak sorunumu çözemeyip silik karakterimi daha da pekiştirdim.
*Halı sahada çok goller attım, arkadaşlarım "beş üzerinden yedi" belirlediler performansımı.
*Dokuz yüz lirası kredi kartlarına üçyüz otuz lirası ev arkadaşlarıma olmak üzere toplam 1230 lira borcum var.
*Ha bir de başka bir arkadaştan yüz lira almıştım.
*Bloga yazmıyorum doğru dürüst. Sesimi çıkartamıyorum ya gerçek hayatta, sanal alemde de sessizleşmeye başladım.
*Bu yazıyı tamamlayıp yayınlamama ihtimalim de yüksek.
*Ya da gönder gitsin.
*Tek sıkıntı başlık. Hep zorlanıyorum başlık bulmakta.