19 Şubat 2012 Pazar

Bir Alkoliğin Anıları

Toz olmaktansa kül olmayı yeğlerdim!
Kıvılcımımın çakmasını isterdim parlak bir ışıkta.
Boğulmasındansa bir kerestenin çürük oyuğunda.
Muhteşem bir göktaşı olmak isterdim,
Varlığımın her zerresinin
Görkemli bir ışıltıda olmasını, uykulu ve
                                  hareketsiz bir gezegendense.
İnsanın işlevi yaşamaktır, sadece var olmak değil.
Harcamayacağım günlerimi onları uzatmaya
                                                        çabalayarak
Kullanacağım her anını zamanımın.

 Bu dizeler Jack London'a ait, sanırım. Şu anda okumakta olduğum Jack London kitabının girişinde yazıyor bu şiir, devamında da bir takım açıklamalar var. Şiirin Jack London'a ait olup olmadığı net değil ancak çıkış noktasının yani ilk dizenin London'a ait olduğu kesin.

 Beğendim bu şiiri.

 Ufak bir ara vereceğim sanırım bloga. Farkedilmeyecek aslında; ardışık iki yazım arasında bazen bir ay süre oluyor. Bilgisayarımı garantiye göndereceğim ve ne zaman geri alabilirim bilmiyorum. Hüzünlüyüm.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Projektörle Tavşan Avı


 İşim vardı gücüm vardı. Yokuş tırmanıyordum. Yokuşları hep hızlı tırmanırım, hızlı hızlı tırmanıyordum. Annemden duyduğum bir hikaye vardı. O da dedemden duymuş. Şapkalı dedemden. Net hatırlayamıyorum o hikayeyi, ama tavşanla ilgiliydi; akli dengesi yerinde olmayan bir tavşan, kendisi yakalayıp yemek isteyen bir hayvandan kaçarken yokuş yukarı tüm gücüyle tırmanan, yokuşun sonunda da yorulup kendini küt diye yere bırakan bir tavşan.

 İlginç hayvanlar şu tavşanlar. Avcılıkla ilgilenen birkaç arkadaşımdan duyduğum ve muhtemelen herkes tarafından bilinen meşhur tavşan avı hikayesi var bir de. Işığı gözüne tutuyorsun, böyle saplanıp kalıyor olduğu yere... Tabii benim sportmen avcı arkadaşlarım bunu hiç tasvip etmiyorlar, yapanları da -neydi o- bohçacılıkla suçluyorlar, ağır kınıyorlardı.

 Hızlı hızlı tırmanırken sigara da içiyordum. Şapkalı dedemin sigaraları geldi aklıma. O öldükten sonra, net söyleyemeyeceğim ama, çok kısa bir süre sonra akrabalar tarafından içilen sigaralar. Sigarayı bıraktığında hala yarı dolu bir paket sigarası varmış dedemin. İşin sırrını çözmüş. Dedeler hep bilge olurlar. Bu paket bitsin, ondan sonra bırakırım sigarayı deseymiş, daha çook yıllar sigara içermiş; çözmüş bunu. Bu paketin bitmesine hacet yok, bırakıyorum demiş. Öyle demiştir herhalde.

 Hızlı hızlı yokuş tırmanıp, sigara içip, dedemin sigaralarını düşünüp, eve döndüğümde sıcak suyum hazır olsun diye su ısıtıcı açık bırakmış olmamın herhangi bir felakete yol açıp açmayacağını düşünürken, yağmurdan korunmak için montumun kapşonunu takmış halimle nasıl göründüğümü merak ederken birisi yanaştı yanıma. Benden daha hızlı tırmanıyordu yokuşu, yanıma yaklaştıkça da yavaşlıyor, hızlarımızı dengeliyordu.

 Artık yan yana yürür yan yana tırmanır olmuştuk. Rahatsız oldum doğal olarak. Yavaşladım, yavaşladı, hızlandım hızlandı. Çizgi filmlerde aynadaki görüntü taklidi yapıp düşmanından kurtulmaya çalışan karakterler vardır ya, öyle bir sahne yaşıyordum resmen.

 Şuralarda bir tane apartmanım var. Babadan kalma. İşsiz güçsüz adamım ben normalde bir halta yaramam da, kira geliriyle paşa gibi yaşıyorum. Küçük kızımı evlendireceğim yazın. Büyük kızım da hamile, iki ay sonra doğum yapacak, toruna torbaya karışıyorum artık, he he. Geçen gün büyük kızım evime geldi gecenin bir yarısı, hamile haliyle. Kavga etmişler kocasıyla. Hamile kızın kalbini kırmış deyyus. Bir hışımla çıktım evden, gittim damadın evine, dedim böyle böyle! Bu kızı üzmeyeceksin! Neyse bir kaç güne barıştılar. A, ne oldu? Ben kötü oldum şimdi. Töbe estağfirullah. Boşuna dememişler karı koca arasına girilmez diye. Ama ben de babayım, ne yapayım?

 Ben amcanın dertlerini dinlerken, aynı az önce amcanın yaptığı hamlelerle, aynı stratejiyle birisi daha yaklaşıyordu, yanıma, yanımıza.

 Askerden kaçtım birader ben.

 Nasıl?

 Ya, çarşı iznindeyim şimdi de, dönmeyeceğim geriye. Bana ters. Bu kadar zora gelemiyorum ben, el bebek gül bebek yetiştirdi benim annemler. Her sabah kalk erkenden koştur bilmeneyap. Tamam koşayım koşayım birader de... Çavuş da yavşak zaten. Çavuş taktı bana. Beni başka yere göndersinler askere, memlekete göndersinler yapayım.

 Beni hiç de alakadar etmeyen bu duruma mecburiyetten de olsa bir yorum yapacaktım, bir tavsiyede bulunacaktım askerden kaçmış gence ki kızı doğum yapacak olan amca araya girdi.

 Olur mu öyle şey evladım! Bak, başa gelen çekilir. Hem bi' tek sen mi askerlik yapıyorsun? Bir tek sen mi gurbettesin? Bak sor bu gence, öğrencidir kesin, gurbettedir kesinkes. Ben memleketimde okurum yoksa okumam diyor mu? Paşa paşa okuyor okulunu.

 Durum pek de öyle değil, ama müdahele etmedim kızı doğum yapacak olan amcaya, başımla onayladım söylediklerini.

 Bu arada bir polis katıldı gurubumuza, söylememe gerek yok, aynı taktikler, aynı hamleler, hızlanıp yavaşlamalar...

 Amca haklı genç. Bak ben polisim. Bu söylediklerini duymamış olayım. İznin bitti mi dooğru bölüğüne.

 Küçük esnaf bir teyze söze karıştı. Memur bey diye seslendi önce.

 Sabah, daha on dakika önce dükkanı açacağım diye vardım dükkanıma, baktım cam çerçeve inmiş. İçerde ne var ne yok didiklenmiş. Allahtan çok para bırakmamıştım içeride ama mahvetmişler her yeri. Nasıl yapsam bilemedim şimdi. Sizi gördüm bir sorayım dedim.

 Teyzecim, bana niye soruyorsun önce karakola gitsene?
 Bi' kere ben teyze değilim, hem altı üstü sorduk ayol, niye patlıyorsun hemen. Ayrıca sen ne yapıyorsun böyle. Görev başında olman gerekmiyor mu, karakol da ya da başka bir yerde ay nebiliyim işte ben?
 Bak şimdi abla, bu çocuk asker, çarşı iznine çıkmış ama geri dönmeyeceğim diyor, kaçacağım askerden diyor. Ben de bir büyüğü olarak naçiz tavsiyelerde bulunuyorum kendisine.
 A be evladım neden öyle şeyler söylüyorsun sen? Ne demekmiş o, askerden kaçmak?
 Ben de dedim kızım ben de uyardım, yapma evladım dedim, dinler o söz dinler.
 Senin derdin nedir amca?
 Geçenlerde büyük kızım hamile benim de, gecenin bir yarısı...

 Kızı doğum yapacak olan amcanın hikayesinin "deyyus kısmında" tam o deyyus demeden diyemeden ben yaşlarda ama erkek gibi giyinen, erkek gibi yürüyen bir kız girdi araya.

 Vay deyyuus!

 Hah. Ağzına sağlık kızım! Sonra işte ben kötü oldum. Diye bitirdi kızı doğum yapacak amca hikayesini. Bu sefer daha ayrıntılı anlatmıştı, kavga sebeplerini, kavganın gelişimini ve tabii ki tüm bunları tek taraftan, kızından öğrendiği gibi ve hatta azıcık da kendisi ekleyerek anlatmıştı bu sefer. Gurup çok kızgındı damada.

 Ne illet adammış o öyle! Diye çıkıştı teyze olduğunu kabul etmeyen abla. Polis araya girdi, çocuk olmayacak olsa neyse de, iki aya çocukları da olacak, işleri zor. Kızı doğum yapacak amca cevap verdi, doğru diyorsun oğlum, doğru diyorsun.

 Bu sırada askerden kaçan genç, erkek gibi giyinen kızla konuşmaya çalışıyordu, çaktırmadan yaptığını sanarak, ayan beyan kıza asılıyordu.

 Ufak bir çocuk koştura koştura katıldı gurubumuza. Aramızdan özellikle birisini seçerek değil, hepimize hitaben, ayakkabılarımın bağcığını bağlayamıyorum, biriniz bağlayabilir mi? Diye sordu. Herkes durdu. Bir ben yürümeye devam ettim ama ben de kopamıyordum artık gurubumdan, iki adım sonra ben de durdum. Kızı doğum yapacak olan amca çömeşti yere, çocuğun bağcıklarını bağladı, yaşlı amcaların yaptığı el şakalarından yaptı bir tane, ve artık küçük çocuk da gurubumuza katılmıştı.

 Sınıfta bir kız var. Böyle bana bakıp bakıp gülüyor bazen. Önümüzde de sevgililer günü var ya. Ne hediye alsam diye düşünüyorum.
 Vay eşşek sıpası seni. Bu yaşta çapkınlığa mı başladın len?
 Deme öyle amcası utandı bak.
 Len kerata. Neler neler biliyorsun sen, sevgililer günü falan.
 Üstüne gitmeyin çocuğun ayol. Bere al bir tane çocum. Böyle ponponlu bir bere al. Sen dinle şu ablanı bere al bak kesin beğenir.
 Tamam teyze.
 Ya da alma. Boşuna masraf etme. Gel benim dükkandan sana iki top yün vereyim, annen örsün onu.
 Olur teyze. Teşekkürler.

 Bağcığını bağlayamayan çocukla dükkanı soyulan küçük esnaf teyze beraberce tuhafiye dükkanının yolunu tuttular. Polis ile kızı doğum yapacak olan amca, şurada bir kahvede oturalım da iki çay içelim, kararı aldılar. Askerden kaçmayı düşünen gençle erkek gibi giyinen kız ise, gidip bir kafede oturmaya karar verdiler. Açıkçası beklemiyordum askerden kaçmayı düşünen gençten böyle bir başarıyı, on dakikada kızı tavlayabilmesine şaşırdım, hem olaya da fazla direkt girmişti, ne bileyim yapamaz gibi geliyordu ama. Helal olsun.

 Artık yokuş tırmanmayı bitirmiştim, yokuş iniyordum. Çabalarımın ödülünü almak gibi. Ama değil gibi. Yokuş aşağıya inmek de yorucu aslında, aşağıya doğru top gibi yuvarlanmamak için de çaba harcaman gerekiyor. O aptal tavşan yokuş aşağı inerken o kadar yorulmazdı ama, yokuş bitince yan gelip küt diye devrilmezdi. Şapkalı dedem geliyor tekrar aklıma.

 Şapkalı dedemi düşünürken adım sesleri duyuyorum arkamdan. Benden hızlı yürüyor, yaklaşıyor. Gözüne ışık vurdurulan tavşan gibi saplanıp kalıyorum olduğum yere. O da saplanıp kalıyor, adım sesleri bitti. Yere eğilip bir taş kapıyorum, fırlatacağımdan değil de köpeklere karşı işe yarıyor hep. Arkamı dönüp fırlatır gibi yapıyorum, kaçıp gidiyor.


5 Şubat 2012 Pazar

Kuzeye Giderken


 Sağda. Güneş yükseliyordu.

 Kar kalınlığı artıyordu.

 Yanımdaki koltuktaki kızlar daha bir yayılıyorlar, daha bir derin uykuya dalıyorlardı.

 Kestane şekerim yenilmek için Bursa'ya varmamı bekliyordu.

 Önümdeki kadın koltuğunu daha da bir burnumu dayıyordu. Yanında oturan oğluşu da "Bekçiler Kralı" izliyordu.

 Robert Jordan "siz gidin" diyordu. Sadece bir dakika Maria ile konuşmak istiyorum, ama söz alıyordu Pilar'la Pablo'dan "bir dakika sonra gelip onu götüreceksiniz, gitmek istemeyecektir, götüreceksiniz" diyordu.

 "Git guapa" diyordu.

 Shrek, Yakışıklı Prens'i bir kez daha alt ediyordu.

 Bir İzmir-Sakarya yolculuğu daha tamamlanıyordu, sonraki seyahatlerimizde de Vib turizmi tercih mi etsekti ki? Kaliteli bilmemneyin hedehöde adresi Vib Turizm.

 Muavin bavulumu veriyordu.

 Servis aracı bir türlü kalkmak bilmiyordu.

 Telefonum bulunamıyordu.

 Robert Jordan ölüyordu. Shrek sonsuza dek mutlu yaşıyordu. Otobüsteki servis elemanı bir güzel uyku çekiyordu. Yanımdaki kızlar da öyle. Önümdeki teyze ve Bekçiker Kralı izleyen oğluşu kahvaltı ediyorlardı, bir akrabalarının evinde. Bense kampüse tırmanıyordum.

 Bölüm sekreteri beni mütemadiyen azarlıyordu. Öğrenci İşleri'ndeki kadın da öyle. Henüz güneydeyken bir acemilik çökmüştü üzerime, kapıların nasıl açıldığını nasıl kapatıldığını unutmuş gibiydim, salak gibiydim; buğulanan camını silmem için öne oturmamı kendine has üslubuyla benden rica eden dolmuş şoförü de azarlamıştı beni. Muhtemelen ben dolmuştan indikten sonra da küfretmişti bana.

 Bölüm başkanımız koştura koştura Cuma'ya gidiyordu. Bir imza istiyordum ben sadece. Bağırmaya cesaretim yok, hiç olmadı.

 Derdimden haberdar asistan hoca sesleniyordu bölüm başkanımızın ardından. Hocaam! Bir imza lazım arkadaşa, mazeretli ders seçimi için.

 Kalemin var mı diye soruyordu. Alel acele imzasını atıp kaçıyordu.

 Tanıdık bir manzara beni karşılıyordu. Bomboştan hallice bir oda. Son sayıma göre kırkdört adet depozitolu bira şişesi, bir büyük bir ortanca rakı bir ufak votka şişesi. Yanlarına bir de litrelik rakı almalı, daltonlar gibi dizmeliyim onları.


 Yeniden Anadolu alıyordum; eh tatil bitti, yok artık Winston. Yeniden ezine peyniri ve en pahalısından beş liralık zeytin alıyordum; sigaramdan kısarım ama en kaliteli zeytini peyniri yerim. Bir kez daha gazete alıyordum okumayacağımı bile bile, üç liralık da ıspanaklı börek.