4 Nisan 2013 Perşembe

Güzel Bir Gün


 Bir yaz gecesi hayal ediyorum. Param vardır cebimde, annem köye gitmiştir; hava yaz gecelerinin olması gerektiği gibi sıcaktır ama tatlı bir esinti de vardır, sinek yoktur ama hiç. Şartlar mükemmeldir yani. Bir sürü bira almış dolaba gömmüşüm. Daha önceden almışım, şimdi kaldırmayın beni yerimden, daha önce almışım. Biralardan bir tanesini buzluğa koymuşum, önceden koymuşum onu da beş on dakika önceden. Çivi gibi olmuştur şimdi o.

 Altımda şortum var, üzerinde puma mı yazıyordu slazenger mı, rengi siyah olmalı ya da çok koyu bir lacivert, ama rengi atmış epey; iki üç sene önceydi Kipa'dan almıştım o şortu, şimdi avret yerlerimi örtmekte mora çalan cırtlak rengiyle. Üstümde. Yok birşey. Yaz gecesi diyoruz. Bir senedir filan yeni yeni filizlenen göğüs kıllarımı sergiliyorum şimdi torbalı halkının sekizinci katta ışığı açmadan oturup bira içen bir genci görebilecek olanlarına. Helal olsun o gözlere, doya doya baksınlar.

 Tuborg şişe güzel bir bira. Ama kapağına gıcığım. Çakmakla ya da bilimum alakasız aletle bira kapağı açma yeteneklerimi sergileyemiyorum bu birayı açarken, çekiştir açılsın. Çekiştiriyorum ne yapayım, pıst. Kocaman bir ilk yudum, boğazımı tahriş edecek kadar kocaman, gözlerimi yakacak kadar kocaman. Şu arkadaşı da mı çağırsaydım acaba. Siktir et, az kafa dinleyeyim, az kendimi dinleyeyim bakalım. Ah. Müzik. Şimdi kim kalkıp içeriye gidecek şarkılar ayarlayacak. Arayayım şu arkadaşı. Fıstık da alsın gelirken ibne. Ama çabuk gelsin, koşarak gelsin uçarak gelsin. Şehir içi dolmuşa binsin tamam, hayal dedikse bokunu çıkarmaya gerek yok. Müziksiz gitmeyecek pek. Yok yok. Acele etmesine gerek yok o kadar. Ne demiştim az önce. Biraz kendimi dinleyeyim. Dinlemiyor beni insanlar, ya da dinliyor gibi yapıyorlar ben dinlediklerini sanırken. Ve iyi bir dinleyici bilirim kendimi. Bakalım kendi kendime de iyi bir dinleyici olabilecek miyim.

 Yok çekilmiyor muhabbetim. Hakları var insanların. Dinleyicisin sen dinleyici kal.

 Bir kış gecesi hayal ediyorum. Nedense hayallerime gem vuruyorum. Bir yaz gecesini torbalıda bir kış gecesini sakaryada kuruyorum. Kasıtlı olarak yapıyorum bunu. Nedense dedim ya. Nedenini ben de bilmiyorum anlamını çıkartmanız için yeterliydi o. Bilmiyorum evet. Bir kış gecesi. Tuhaftır: Param var, ev arkadaşlarım evde değiller, kar yağmakta tatlı tatlı ve saat o kadar da geç değil. Ama erken de değil. Tekellerin kapanmayacağı kadar erken ve kapanmak üzere olacağı kadar geç. Onbir buçuk işte, niye uzatıyorsam. Apar topar fırlamak lazım evden. Dur ama, kafam şimdiden çakır biraz, içmişim bir otuzbeşlik votka. Kar yağarken votka içilir, normalde aram yoktur kendisiyle pek. Koşmama ve hatta hızlı yürümeme bile gerek yok aslında, niye panik yaptıysam, beş dakikalık mesafe tekel. Giy montunu giy boyunu, kat kat giyin, fırla evden ve acelen olduğu için değil alışkanlık edindiğin için hızlı hızlı yürü. Bir otuzbeşlik daha al ama şişesi güzel olanlardan, daha köşeli gibi olanlardan, en önemlisi mont cebine sığanlardan. Kattım mı votkamı cebime. Kattım. Ver elini. Bilmiyorum işte, orası güzel zaten.

 Yürüyorum şimdi, daha önce girmediğim ara sokaklara giriyorum, kar topu oynayan insanlar görüyorum, amma neşeli. İçerim bu neşeli hadiseye bir yudum. Azıcık üşüdüğümü mü hissettim, çakarım bi yudum daha. Otuzbeşlik sokaklarda bitiyor. Evin yolunu zar zor bulup, evimin sıcağıyla karşılaştığım anda hissediyorum aslında ne kadar üşüdüğümü. Siktir et. Güzel bir gün daha yaşadım. 

5 Şubat 2013 Salı

Alçak Adamın Günlüğü


Senin halin de bir tuhaf köpekçik. Dedenin dedesinin dedesinin dedesi, belki de bir Jack London romanında kendisine yer bulmuştur, kızakları çekmiştir, diğer köpeklerle kızak çekme işinde liderlik için kavgaya tutuşmuş, karı kazarak inşa ettiği sığınağında uyumuştur. Sen. Burada Barış Yapı’nın önünde sabah ezanını duyunca uluyorsun. Tuhaf.

 Aslında biraz çekiniyorum senden, tedirgin oluyorum. Bir yandan varlığın bana güven veriyor bir yandan rahatsız ediyor gibi, karmaşık duygular besliyorum sana karşı. Neden güven veriyor mesela. Evcil ve hatta sırnaşık yetiştirilmişsin her halinden belli, problem çıkarmadın bana hiç, bazı densiz sokak köpeklerinin aksine. Bir keresinde densiz sokak köpeği densizlik sınırlarını zorlayarak muhtemelen birkaç damla sidiği benim evimin muhitinin kendisine ait olduğu konusunda argüman göstererek beni evime sokmamaya yeltenmişti.  Gece gece tatsızlık yaşadık onunla, ağza alınmayacak laflar söyledim ki saygılıyımdır sokak köpeklerine. İşte sen bu saygıdeğer sokak köpeklerinden densiz olanlarını evimin muhitinden uzak tutuyorsun.  Rahatlatıyor beni. Bir yandan da tam rahat olamıyorum sana karşı, höt desen bana bir gün ya da daha aşina olduğun sözcükleri kullanıp hav desen uzun yıllar önce yendiğim köpek korkumu canlandırabilirsin gibi geliyor. Bir temas kuraydık seninle, bir el-pati sıkışaydık, hop kızım/oğlum geh geh muc muc dedikten sonra yanıma yanaşaydın, ben kafanı okşarken sen kuyruğunu sallayaydın… daha rahat olurdum. Bir zoofilinin günlüğü gibi görünüyor olabilir ama alakası yok.

 Sayamadığım kadar günden sonra ilk kez kafamın güzel olmadığı bir gece yaşıyor olmamın yan etkileri belki. Kafam kabul gören yükseklikte. Alçakta yani. Yüksek ve alçak sözcükleri, birbirinin zıttı olan bu sözcükler hemen her yerde sırasıyla iyi ve kötü olarak kullanılır. Misal, yüksek yerlerde tanıdıklarım var, gibi ya da alçak adam, gibi. Kafam yüksek diyince kötü bir şey mi söylemiş oluyor insanlar iyi bir şey mi, kişiden kişiye ortamdan ortama değişir tabi de, kafam alçak dediğimde mesela ben şimdi. Kendime hakaret ediyor gibi mi oluyorum? Başlığı da buldum. Alçak Adamın Günlüğü. Low Man’s Lyric çakması. İdare edin. 

3 Ocak 2013 Perşembe

Başlık Benim Köpeğim Olsun

 Keyifli olduğum için yazdığım yazılar, keyifsiz olduğum için yazdığım yazılar, yazmış olmak için yazdığım yazılar, uzun süredir yazmıyorum sırf diye yazdıklarım... Yapacak daha iyi birşey bulamadığım için yazdığım da olmuştur. Bu da onlardan olsun.

 Birkaç kitap okudum, birkaç film izledim. Onlardan bahsedebilirim. Rıfat Ilgaz-Karartma geceleri. Bundan bahsedersem hem okuduğum kitap hem izlediğim film başlıklarını tek seferde halletmiş olurum. Çok güzel kitap, güzel film. Kitapta olmayan bazı sahneler filmde var. Sevişme sahnesi gibi mesela. Çekildiği yıllarla ilgili olabilir belki bu, belki de değildir. Kitapta olan çok şey filmde yok, bu da gayet olağan; eleştirmiyorum. Rıfat Ilgaz okunmalı daha, Sabahattin Ali'den çok yerde bahsediliyor kitapta, övgüyle, bir de Sabahattin Ali okumalıyım gibi.

 Nazım Hikmet-Yeşil Elmalar. Beklentilerimin altında bir kitaptı. Klişe gibi başladı kitap, bu rahatsız ediciydi, sonra da fazla beklenmedik klişeden epey uzak olaylar gelişti, o olaylar o kadar klişeden uzaktılar ki, yine rahatsız oldum. Girişi ile gelişmesi sonucu birbirine bu kadar zıt, klişe ile saçmalık arasında ilerleyen bir hikayeyi yine de o kadar iyi anlatmış ki Nazım Hikmet. Pek de düşük bir not veremiyorum. Belki saygımdan belki pozitif önyargımdan. Önyargının pozitifi olur mu, olur gibi. Nazım Hikmet romanı okumak isterseniz niyetlenirseniz gözüm kapalı önerebilirim Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim'i. Boş zamanınız bol ise, okuyacak başka birşey bulamazsanız Yeşil Elmalar da okunur gibi, zaman kaybı diyemem.

 Gazap Üzümleri çok iyiydi. Yıllar önce lisede edebiyat ya da dil ve anlatım ya da o sıralar hangi isimle görüyordu isek o derste, hocamız ayak üstü kitap özetlettiriyordu bize. Yani Mert kalk anlat bakalım okuduğun bir kitabı... şeklinde gelişiyordu olay. Ayağa kalkıyordu Mert, kalktım gerçekten, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'ndan bahsettim üç-beş cümle. Üç-beş, o kadar. Bir hanım kızımızı kaldırdı hoca, ismini de hatırlıyorum kızın da gerekli değil gibi, anlat bakalım dedi, kız başladı anlatmaya. Gazap Üzümleri'ni. İyi ki hafızam o kadar da iyi değil, teşekkürler alkole! Anlatmıştı kız, hiç hatırlamıyordum kitaba başlarken. Ama hocanın gözlerinin nasıl parladığını hatırlıyorum Gazap Üzümleri ismini duyunca. Güzel bir önyargıyla başladım o kitaba da yani. Kitabın sonu biraz eksik gibi, ucu açık gibi idi, yazarın tercihi mi acaba bu diye düşündüm ama işkillendim de, basımda mı hata var acaba diye. İnternetten kitabın muhtelif insanlarca çıkartılmış özetlerini okudum, birkaç farklı, benim okumadığım olay geçiyordu o özetlerde. Şimdi yine Remzi Kitabevi yine John Steinbeck okumaktayım. Bitsin bakalım yine kurcalarım özetleri. Kocaman paragraf oldu, Gazap Üzümleri'nden pek bahsetmedim. Çok güzeldi işte.

 Son zamanlarda izlediğim filmlerden Children of Men ya da Being Flynn'den bahsedebilirim gibi. Children of Men ilginç bir hikaye idi. Distopya diyorlar ya. En son 2009 yılında bir bebek dünyaya gelmiş, sonra tüm dünya kısır. Yıl olmuş 2027. Ve olaylar gelişir diyip spoiler vermekten kaçınayım. Spoiler da gıcık bir sözcük idare ediverin. Being Flynn'i sadece Paul Dano ismindeki genç aktör için izledim. There Will be Blood ve Little Miss Sunshine filmlerinde dikkatimi çekmişti, beğendiğim bir aktör. O var diye indirdim epey yüksek kalite, iki hafta sürdü indirmem, başladım izlemeye. Hikaye de gayet hoşuma gitti, ilgimi çekti. Yazar olmak isteyen genç adam. Bir filmin hoşuma gitmesi için yeterli sebep olabilir bu konu.

 Yazıyı hala okumakta olan varsa uyarayım bu kafada devam edecek bu yazı, az sonra da derslerden sınavlardan bahsedeceğim. Ne kadar parasız olduğumu da anlatırım gibi, birkaç kişisel günlük olaydan bahsederim belki yazdıkça aklıma gelirse. Uyarıyorum.

 Cebimde on üç lira para var. Yeni açılmış bir paket Anadolu'm var. İlk Anadolu paketim bu sene. Yani kötü espri yapmıyorum 2013'e girdik diye demedim "bu sene" diye. Epeydir almıyordum Anadolu, o kadar parasızlık çekmemiştim. On üç lira. Ayın yedisine kadar yetmesi gereken on üç lira. Okula gidip gelmek gerek iki kere daha, sınavlar olmasa dolmuş parasından tasarruf etmek için okula gitmeyiverirdim de, o kadar da tutumlu adamımdır da. Sınav. Gideceğiz mecbur. İki gidiş geliş eder beş lira. Kaldı mı sekiz. Bi' paket daha Anadolu alsam, zam da gelmiştir merete. Altı lira olmuştur herhalde, kaldı mı iki. İki ekmek alsam. Bu gece bir arkadaşımın ekmeğini tırtıkladım, ödemeliyim. Ayın dördünü bitirir beşine girerken sıfırı tüketmiş olurum. İşte tam bu açıklamayı babama yapıp bi' yirmilik fişeklesene be babacım demeliyim gibi. Yoksa olmaz.

 Dersler. Boktan. Bu paragraf da bu kadarcık olsun.

 Bu yazı da bu kadarcık olsun.