16 Ekim 2011 Pazar

Vaşak


 Akşam 22:00 gibi uyandım. Ev arkadaşlarımdan birisinin annesi gelmiş, pilav yapmış nohut yapmış, yemeğe çağırıyorlar beni. Uyku sersemiyim, yüzümü falan yıkayıp oturuyorum masaya. Kaşığımı pilava daldırıyorum, tane tane geliyorlar, kaşığı deviriyorum, tane tane düşüyorlar; bu işte bir yanlış olmalı, iki gün önce ben de pilav yapmıştım, kaşığı daldırdığımda tekrar kaldıramıyordum, orada yapışıp kalıyordu. Tadına bakıyorum, bayağı da lezetli. "Pilav çok güzel olmuş" diyorum teyzeye dönüp. "Ben de yaptım böyle olmadı..."

  Sonra pilav tarifi almaya başlıyorum teyzeden, babamdan bir, annemden iki, annemden teyit etmek için bir kez daha üç, eve misafirliğe gelip berbat pilavı yiyen bilmiş arkadaştan dört. Dört kez aldım bu tarifi, arkadaşın annesi beşince kez veriyor. "Önce pirinci ıslatıcaksın..."

 Islattım ben de ıslattım. Olmuyor.

 İnternet bağlandı haberi çalınıyor kulağıma. Tez girilsin diyorum. Bilgisayarımı açıyor uşaklarım. Kahyaya da söylüyorum git iki ekmek al gel diye. Cariyelerime bir kaş-göz yapıp oturuyorum bilgisayarın başına. Eee. Girilmiyor? Ttnet'in sayfasından başka bir yere girilmiyor. Demek ki neymiiş, ttnet müşteri hizmetleri aranacak, 15 dakika telefondan müzik dinlenecek, bir tane yavşak adamla konuşulup 15 dakikalık beklemeden sonra 10 saniyede çözülecek ve tabii ki 4buçuk lira bize girecek. Giriyor nitekim. Cariyelere bir daha kaş-göz yapıp facebook'a giriyorum.

 Aslında tanımadığım bir kızla saatlerce sohbet ediyorum sonra. Haybeye saçmalıyoruz karşılıklı, bir yandan aslında tanımadığım ama 2 yıldır konuştuğumuz kucuk Abla'yla konuşuyorum, kendisine önerdiğim filmi izleyemiyormuş, "lanetli" diyor filme; tekrar dene diyorum, sana güveniyorum kucuk diyorum, teşekkür edip tekrar deniyor. Başka bir arkadaşla "vaşak" sözcüğünün "yavşak" ve "taşak" sözcüklerine ne kadar da benzediği üzerine bir konuşma yapıyoruz, "vaşak kafalı" diyorum kendisine bir daha cevap vermiyor.

 Bir gün daha böyle geçip gidiyor vesaire. Al sana en dandiğinden günlük yazısı.


15 Ekim 2011 Cumartesi

Sinek


                Boş boş bakıyorum etrafa. Güzel bir film izledim çünkü. Çok güzel bir film. Güzel bir film izledikten sonra, güzel bir kitabı bitirdikten sonra böyle oluyorum genellikle. Sonra da böyle oluyorum. Hemen birşeyler karalamaya başlıyorum. Ben de güzel birşeyler yapmak istiyorum. Yapamıyorum. 

                Hoşuma gidiyor böyle ayrıntılar. Ya da fimlerde kullanılan bir teknik midir neyse artık. Mesela ben yazıyorum ya şu anda. Odamda, bomboş odamda yere atmış olduğum yatağımda arkadaşımdan ödünç aldığım çarşafın üstünde arkadaşımdan ödünç aldığım battaniyenin altında ve arkadaşımdan ödünç aldığım yastığa yaslanarak yazıyorum ya, sigara içiyorum ya bir yandan, bu yüzden de hemen başımın üstünde olan penceremi açmışım ya, arabalar geçiyor arada bir, seslerini duyuyorum. Kamera beni gösteriyor birkaç saniye sonra pencereden çıkıp arabalardan birisini yakalıyor, içindeki adamı gösteriyor, arka koltukta uyumakta olan küçük kızı gösteriyor, sonra bir animasyon giriyor, küçük kızın rüyasına dair. Kötü bir rüya görüyor küçük kız, araba bir tümsekten geçiyor, kız uyanıyor, pencereden bakıp bir evde ışık yandığını görüyor. Tüm bunlar üç-dört saniye sürüyor ve kamera arabadan çıkıp ışığı yanan eve dalıyor aniden. Gençler alem yapıyorlar evde, her yer bira şişesi.  Koltuklarda sızmış birkaç genç var, bir köşede batak oynayanlar var, kamera oraya dönüyor, az sonra ihaleye girip batacak olan genci gösteriyor;  genç, birasından bir yudum daha alıp kozu söylüyor, “sinek” diyor. Kafasının üstünden bir sinek uçup gidiyor, kamera sineği takip etmeye başlıyor sonra, sinek uyuyan gençlerden birisine yaklaşıp vızıldıyor, uyku sersemi elini kolunu sallıyor sızmış genç. Sinek ölüyor. 

                Seviyorum yani böyle şeyleri.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Tek Başına Halay


Günlüğüme bir şeyler yazıyordum. Ayak sesleri duydum, kalemi defterin arasına atıp apar topar kapattım defteri, bir kenara attım. Birileri odama girer de beni bir şeyler yazarken görür de “ne yazıyorsun len?” diye sorar da mırın kırın ederim de falan filan da ihtimallerinden direk olarak kurtulmak için. Geçen gün de Fırat odamdayken günlüğümü bulup açıp biraz kurcalayıp “bu ne birader günlük mü” diye sormuştu da “günlük işte ne okuyorsun” diye azarlamıştım çocuğu. Azarlamak yetmez, küfür de etmiştim ama çok normal bir küfürdü. Ana bacı yapmadım.
                Bir sigara yaktım. Bir yerlerden duymuştum, “ilk iki nefesi çekmeyeceksin çakmak gazını da çekmiş oluyorsun çok zararlıymış kankaa”  şeklinde duymuştum ilk iki nefesi pöflemem gerektiğini. İlk iki nefesi pöfledim. Üçüncüsünü çektim. Öksürdüm.
                Sabahki dersime gitmedim, uyandım aslında ama uyanmamış taklidi yaptım. Uyku çok tatlı. Ve bak şimdi. Boş muhabbetin daniskasını yapmaktayım. Uyku tatlı be bilader diyorum.  Yapma ya? Tatlı tabi.
                Boş kağıtla boş muhabbet etmek güzel. Boş piksellerle boş muhabbet etmek. Güzel mi bilemedim şimdi.
                Yaşıyorum. Yaşamanın tanımına göre değişir bu, yaşamak işini, eylemini yapıyor olup olmadığım değişir. Ama uzun hikaye.
                Sigarayı azalttım diye övünüyorum. Bir günlük bir durummuş o sadece. O da; sadece onüç tane içtim diye halay çekmediğim kaldı. Bana katılacak birilerini bulsaydım halay da çekebilirdim, tek başına halay çekmek çok zevkli çok neşeli bir şey değildir zira. Ve hatta gülünç bir durumdur. Bir Demet Tiyatro’nun Mükremin –ya da Mükrebin- karakteri bir bölümde, sarhoş şekilde eve gelip babasından azar işittiği bir bölümde, çorabını çıkartıp babasının eline vererek “tey tey tey” nidaları eşliğinde tek başına halay çekiyordu. Çok gülmüştüm. Gülünç çünkü.
                Ve aslında halay çekmekten hoşlanmam. Kötü anılarım var halay mevzusuyla ilgili. Birinci sınıftayken ben, sene sonu müsameremizde halay çekmem gerekiyordu. İki adım git bir adım salla olayını çözememiş becerememiştim halay çekmeyi. Öğretmenim de beni zeki sanırdı. Gözünden düşmüşümdür o anda belki de. Sahne işlerini beceremeyeceğim o zamandan belliymiş. Öğretmenimin gözünden halay mevzusuna rağmen düşmemiş olmalıyım ki müsamerenin sunucusu bendim. Şimdi kesinlikle kendisine o şekilde hitap etmesem de söz konusu yıllarda o şekilde hitap etmem tuhaf karşılanmazdı, tüm müsamereyi pipimle oynayarak sunmuşum. Gülünç.
                İçinde “pipi” sözcüğü geçen bir yazı yazdığım için 6 aydan 3 yıla kadar hapsim istenir mi acaba? Yok yok. Yok. Olmaz herhalde öyle bir şey. Memlekette hak var hukuk var çünkü.