6 Temmuz 2010 Salı

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

 "Saat sabah altı. Uyumadan gitsem ya. Peki dayabanilir miyim? Haydi diyelim dayandım saat 1'e kadar. Beş saat. Yok yok yedi saat. E sonra sekiz saat çalıştırırlarsa beni. On beş saat. Dayanabilir miyim?"

 Bilmiyorum. Ve bakın şu anda ne yapıyorum. Püfür püfür esen yatağımdan kalktım bir yazı yazıyorum.

 "Sabah işe gitcem" demek ne tuhafmış arkadaş. Az önce söyledim bunu yatağımda. On sekiz yıllık hayatımda ilk kez kuruyorum bu cümleyi. Çok dedim "sabah okula gitcem" diye. Çok da gittim, çok da gideceğim ömrüm varsa. Ama "işe gitmek"... "İşe gidecek olmak"... Tuhaf geldi. Biraz mutluluk verdi ne yalan söyleyeyim. "Bir işe" yarayacağım galiba. Çocukluktan beri takıntımdır zaten. "İşe yaramak"!

 Amcamın arı sağımını yaparken çok kuvvetli hissetmiştim o duyguyu. "İşe yarıyor muyum la ben" duygusunu. On dört on beş yaşımdaydım. Büyük ihtimalle on dörttüm de her on dört gibi on beş diyordum yaşıma. Yorucu bir iştir arı sağımı. Dünyanın en yorucu işi diyemem. Bilemem çünkü. Ama yorucu. Şöyle yorucu. Yaz aylarında olur sağım. "Ney sağımı" olduğuna göre değişir ama benim katıldığım sağım ağustos ayındaydı. Düşünün ağustos sıcağını. Sonra bir çadır düşünün. Çadır kurulmak zorunda. İçinde çalışıyorum ben. Bir de şeyi ekleyin bunun üstüne. Arı sokmasın diye giyilen hantal "arıcı kıyafetleri"ni. Sabah sekiz-dokuz başlanır, akşamüstü biter beş gibi.

 İşte çalışıyordum ben öyle. Hep de aklıma geliyordu: "Burada amcamın yeğen kontenjanından mı bulunuyorum ben? Yoksa bir işe yarıyor muyum?"

 Öyle değilmiş ama. İşe yaradım. Çok da mutlu oldum. Üstüne de para aldım zaten. Çatır çatır yedim iki-üç günde. Bir mavi ceket almıştım o zaman kendime. "Kendi" kazandığım paramla. Şimdi kardeşime de küçük geliyor. Kapşonluydu. Çok güzeldi.

 Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim. Bunu bitirdim az önce ben. Nazım Hikmet'in romanı. Zaten dört tane roman yazmış toplamda. Yığınla da şiir. Konumuz bu değil ama. Yani, "bir kitap eleştirisi" değil. Belki bir kaç cümle kurarım kitapla ilgili, o kadar.

 Anlatımı çok tuhaf. Yani... Çok farklı. Hiç görmedim böyle bir şey. Ahmet ismindeki romanın başkişisinden bahsediyor mesela. "Ahmet şöyle etti böyle etti" diyor. Üçüncü kişinin ağzından anlatıyor olayı. Sonra Ahmet oluyor. "Şöyle ettim böyle ettim" diyor. Ve bir roman altı üstü ama. Çok fazla hikaye var içinde. Bunu en iyi yapan adam olarak Dostoyevski'yi bellemiştim. Hikayelerin içine hikayeler sokmak. Bilmem kaç koldan anlatmak olayı.

 Güzel özetle.

 Ben "büyük hayalleri olan adam" olmak istemiyorum. Sen de isteme. Her kimsen şu anda. "Küçük hayaller" kurmak, kurabilmek istiyorum. "Büyük şeyler" ise "hedeflerim" olmalı benim. Senin de öyle. Her kimsen şu anda...

 Evet ben de yaptım. "Piyango çıksa lan bana" hayalini ben de kurdum, çok kurdum. Aynen senin yaptığın gibi yaptım kardeşim. Gayrimenkule yatırdım parayı. Bir tane apartman satın aldım sonra. Kirasını yedim çatır çatır. Ama farklı bir şey söylemeye çalıştığım. Bir insanın hayali "doktor olmak" olmamalı. Hedefi "doktor olmak" olmalı. Piyangodan farklı. Anlatabiliyor muyum?

 Az önce kafamı yastığa gömmüşken... Yüzüstü uyurum zaten. Islık çalmaya çalıştım. İlk önce ağzı "kemçük" ederek çaldığım ıslığı çalmaya çalıştım. Tam yapamadım. Sonra dudağı uzatarak çaldığım ıslığı çaldım. Yine olmadı. Kafamı kaldırdım. Çaldım. Hangi şarkıydı hatırlayamadım şimdi.


 Yaşamak güzel şey hakketten. Sabaha kadar oturmak. Yastık ağzını tıkadığı için ıslık çalamamak. Güzel şey. Kimbilir kim okuyacak bilmeden "haybeye saçmalamak" da güzel şey. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder