19 Kasım 2011 Cumartesi

Bisikletine Araba Diyen Adam

 Bana bir masa lazımdı, bir de sandalye. Ne kadar erken alsam o kadar iyiydi ama bir o kadar da kötüydü. Ders çalışamıyordum masa sandalye olmadan, olmuyor, olmaz; ha yere uzanıp da çalışayım desem yerde halı yok o da olmaz. Masa sandalye illa ki lazımdı ders çalışabilmem için. Bu yönden iyi olurdu bir an önce almam, yarından sonra vizeler başlıyor. Aynı yönden de kötü olurdu, ders çalışmıyorum çünkü… cümlesini tamamlayamayacak duruma gelirdim.

 Olan oldu. Aldım masamı sandalyemi.

 Çarşıya indik önce arkadaşlarla. Kiramızı gönderdik ev sahibimize, altıyüz lirayı büyük bir iştahla çekti içine gevur icadı makina. Gördüm ben o iştahı, ağzını bile şapırdattı bence. Ondan önce lahmacun da yemiştik ama önemsiz ayrıntılar bunlar, ben size bisikletine “araba” diyen adamdan bahsetmek istiyorum. Fizik gücüne dayalı bir iş yapacakken esnaf bir tavır takınıp da “on lira kurtarmaz” diyen adamdan.

Öyle ettik böyle ettik, Ada Spot isimli mağazanın önünde bulduk bisikletçi abimizi, abi dedik, şurdan iki tane masa alacağız, taşır mısın? Nereye diye sordu doğal olarak, tarif ettik tabii biz de. Doğma büyüme Adapazarlı abimiz bizim tarifimizi beğenmeyip modifiye etse de anlaşabildik. E dedik, kaça götürürsün? Onbeş olur dedi. Daha iki gün önce aynı mesafeyi on liraya götürmüştü başka bir bisiklet dedi arkadaş. Yok dedi, olmaz, kurtarmaz! Bana gelişi oniki zaten demesini sabırsızlıkla bekledim de, o kadar ileriye gitmedi. Ben de ekmek kazanmaya çalışıyorum burada dedi. Tabi o bunların hepsini biraz daha bozuk bir Türkçe’yle söylüyor ama ben gençlerin zihinsel gelişimine olumsuz etki yapmamak, dilimizi bozmamak, Amerika’nın oyunlarına gelmemek için düzelterek aktarıyorum. İyi dedim, iyi onbeş olsun, kabul. Biriniz benimle gelsin, bisikletin önüne otursun dedi. Serkan sen git lan dedim. Evet “lan” dedim. Niye lan dedi. Evet o da. Ufak tefeksin ya sen ehehe dedim. O gülmedi. İnsanların fiziksel özelliklerini daha doğrusu ellerinde olmayan, yaradılışlarından gelen kusurlarını yüzlerine karşı söylememek gerektiğini, bunun hiç de kibar bir davranış olmadığını öğrendim, tövbe ettim. Bisikletçi abimiz verdi bana verilmesi gereken dersi. Sen gel benimle dedi. Ney dedim. Gel sen dedi. Şart mıdır dedim. E ya bulamazsam evi dedi. Ofladım.

 Girdik Ada Spot’a. Apar topar iki masa kaptık, biri benim odam için biri de mutfak için, bir tane de sandalye kaptım ben, turuncu. Çıktık apar topar. Beş dakika. Kısa bir süre zarfı olarak görülse de, bize çok uzun gelen bir beş dakika bisikletçi abimizi aradık. O sırada işi yavşaklığa vurup başka bisikletler de aramaya başladık, denk getirsek belki ekecektik, denk getiremedik. O çook uzun beş dakikanın sonunda Ada Spot’tan çıktı abimiz. E ben sizi arıyorum içeride dedi. E biz de seni arıyoruz dışarıda dedim. Sokağın ortasında ki bayağı kalabalık bir sokak, pazar alanından hallice bir mekan, “sesli sesli” konuşarak bisikletinin yanına gittik. Sen dedi. Gel atla sen şuraya. Abisi dedim. Şart mıdır bu? E gel işte n’olacak dedi. Arkana binsem dedim. Bisikletin önündeki kasaya oturup da tüm çarşıyı çömeşmiş bir şekilde kat etmek istemiyordum, bariz utanç verici buluyordum bu durumu, şu anda da hala utanç verici buluyorum. Olmaz öyle dedi. Daha da kıvıramadım. Atladım kasaya. İki adet masa bir adet sandalye de geldi yanıma. Bastı pedala.

 ”Öğrenci misiniz siz” ile başladı sohbet. Başka türlü başlamaz zaten, başlar. “Senin de işin zor be abi” ile başlar. Sohbeti başlatmayı tercih eden, işi yapan kişi olduğu için ilk alternatif kuvvetle muhtemeldi, öyle de vuku buldu. Öğrenciyiz evet. İlk senemiz herhalde, pek ufak görünüyoruz çünkü, ben hele, olsam olsam 18 yaşında olurum. Yok yok 21’e girdim. Üçüncü senem burada.

 Bir süre sonra umursamamaya başladım, sahibince “araba” olarak isimlendirilmiş bu kasalı bisikletin önünde çömeşmiş pozisyonda rahatsız bir yolculuk yapıyor oluşumu, üşüyor oluşumu, ulan tanıdık birisi denk gelir mi acaba düşüncesini umursamaz oldum. Aslen Ağrılı imiş. Doğma büyüme Adapazarlı imiş. Bilmemnerenin karşısında doğuluların kaldığı bir mahalle var imiş orada doğmuş, Zübeyda Hanım okuluna gitmiş, bizim ev oraya yakın mıymış? Bilmiyorum ki Zübeyde Hanım nerede.

 Askerden döndükten iki ay sonra deprem olmuşmuş. Amaa nasıl birşeymiş! Ev bir böyle bir böyle gidiyormuş. Kıpırdayamamışlarmış, donup kalmışlarmış. Sizin ev yıkıldı mı? Yıkılmamış, annesinin başına dolap düşmüş dikiş attırmışlarmış da kimse ölmemiş çok şükür. Sonra işe girmiş bir yerde bekçi olarak. İki ay sonra çıkartmışlar kendisini. Şimdi 9 yaşındaymış da o zamanlar 1 yaşındaymış küçük kızı, e ne yapsam ne yapsam diye düşünmüş, sonra gitmiş bu “arabayı” almış. Her türlü işe gidiyormuş. Evi varmış, arsası varmış şimdi, hepsini bu arabayla almış çok şükür.

 Çark caddesi eskiden trafiğe açıkmış, depremden önce. Şimdi değil. Sırf buradan hareketle “Allah başımızdan eksik etmesin Ak Partiyi” sloganını atabilecek bir insanmış. O anda öğrendim. Sakin ol Mert dedim, önyargılı olma,bozma istifini. Hııığğ. Gibi çok manalı bir yorumla kendisine cevap verdim.
 Bir sigara yaktı sonra. Terledim be dedi. Abi acele etme bu kadar, bizim acelemiz yok dedim. Büyük gaf ettim. Çünkü onun acelesi vardı. Ben daha seni bırakacağım da başka iş yapacağım dedi. E bas o zaman dedim.

 Gelmemiş miyiz ki daha? Şuradaki kırmızı evler mi ki bizimkiler? Yok yok onlar değil. Az daha var. Haa, şunlar mı? Değil abi az daha. E bu kadar yol olduğunu bilse yirmi lira fiyat çekermiş. Bir başka manalı yorum daha geliyor benden abiye. Ehe eheh.

 Evin önüne vardığımızda perdeden benim odamı teşhis etti adam. Sizin ev şu mu dedi. Evet dedim, perdeden anladım, ikinci el mi dedi? Yok annem verdi kimbilir kimin çeyizinden kalma dedim. Evet evet, bizim evde de hep böyle perdeler dedi. Onbeş diye konuşmuştuk değil mi? Ha, evet abim. Buyur, iyi akşamlar.

1 yorum:

  1. Mert sık sık kontrol ediyorum yeni yazı varmı diye. bu kadar bekletme bizi

    YanıtlaSil