22 Ocak 2011 Cumartesi

Fotoğraf

 Evde olmak güzel. Ufak kardeşimin bile "çoluk çocuk işi" diyip de izlemediği çizgi filmleri izliyorum. Evde olmak demek, annanemle ilgili hikayeler anlatmak demek sanırım, geçen seneki yazılarımın büyük kısmında geçiyordu annanem. Çıldırdı annanem. Bir rüya görüyor, uyanıyor, inanıyor o rüyanın gerçek olduğuna ve biz ikna edemiyoruz onu, mesela evde tavuk beslemediğimize. 

 "İki birinden iki birinden, dört sana", dedi annanem. Uykusunda. Elleri kolları sallayarak konuşuyor uykusunda zaten, sonra gözlerini araladı bana sordu, "değil mi?" Bilmem işareti yaptım, bilmem işareti yaptı o da tekrar uyumaya başladı. Kimbilir şu anda kimlere neler paylaştırıyor .

 Kamber Abi'den tavuk dürüm yemek, evde olmak. Çok basit. Şöyle: Eğer Köfteci Hüseyin'den köfte ekmek yiyorsam gurbet, Kamber Abi'den tavuk dürüm yiyorsam memleket. Tuhaf şeyler söyledi bana Kamber Abi. İnsanları çok kolay çözüyor, bilmem kaç yıllık esnaf, birkaç cümle söyledi benim hakkımda, kendimi falcıya gitmiş gibi hissettim. Hani der ya falcı "senin üç çucuğun var, biri şurda şimdi ..." diye, sen de "ah evet evet, nasıl da biliyor yarebbi" dersin ya. Öyle yani.

 12 Kasım 2010 günüydü. İzmir'e geri dönecektim, bayram tatili için. Kardeşimin de doğum günüydü o gün, bir kitap aldım hediye olarak, ismi "Meşhur Şiirler". Türk Edebiyatı'ndaki büyük şairlerin birkaç şiirini alıp güzel bir derleme yapmışlar. Bir kafede oturuyorduk. Karşımda Sezgin vardı. Sakarya'daki toprağım, liseden, servisten arkadaşım. Bir kitap almıştı o da, bir basketbol koçu mu ne yazmış enbiyey falan filan. Anlamadığım mevzular. İki buçuk Lira'dan çay içtik oturduğumuz kafede, iki tane kız vardı zırt pırt önümüzde geçtiler, biz de klasik hayvan yorumlar yaptık, sessiz sessiz ama. Birisi yeşil bir eşofman giyiyordu, onu iyi hatırlıyorum. Nedense.Yolun karşısına da masa sandalye atmıştı mekan, orada oturan  sarı saçlı bir kadın vardı. Çikin mi çikin bi kadındı, deli gibi makyaj yapmış telefonunu elinden bırakmıyor bir an. Sonra anladık telefonla olan bu münasabetini, ekilmişti ablamız. Onun hakkında da hayvan yorumlarımızı yaptık. İkimiz de arada bir yeni aldığımız kitaplarımıza yumuluyorduk, "lan bak bak, şu şiiri bi oku" diye ona gösteriyorum arada ben. Bir şiire denk geldim. Daha önce adını sadece duyduğum şair olduğunu bildiğim ama hiç bir şiirini henüz okumamış olduğum Cemal Süreyya'ya ait. Fotoğraf. Çok hoşuma gitti şiir. "Lan bak bak şu şiire bak" dedim yine Sezgin'e. Aldı okudu "ooğ çok iyimiş usta" dedi. Ya da buna çok yakın birşey dedi.

 20 Ocak 2011. İki gün önce, Özer Abimlerdeyiz, mutfakta pöfür pöfür sigara içerekten memleket kurtarıyoruz. Sonra sittir ediyoruz memleketi bir türküye giriyoruz bodoslama, nitekim ağzını burnunu da kırıp çıkıyoruz türküden. "Ben bi' çişe gideyim, sen de internete gir bak bakalım trilyoner olduk mu" dedim, Süper loto mu şans topu öyle birşey oynamıştık da. Baktık, trilyoner falan olmamışız. Dedik tekrar geçelim mutfağa bari neskafe falan içeriz. Trilyon falan da bize ters olaylar, azıcık aşım belasız başım dedik biz. Abim önden girdi mutfağa, çaydanlığa suyu dolduracak ocağın üstüne koyacak filan. Ben de odadan az önce bahsettiğim şiir kitabını aldım da gittim mutfağa. Bu arada teyzem bize çemkirmiş "yatın gari eşşek sıpaları" demiş olabilir. Net hatırlamıyorum. Baştan açtık kitabı. "C" harfi malum alfabemizin üçüncü harfi, çok geçmeden Cemal Süreyya'ya geldik, ben bu şiiri tekrar okudum, hatırladım, iki buçuk lira'ya içtiğim çayın boğazdan geçemeyişini. Yeşil eşofmanlı kızı da hatırladım. Sezginin top sakal jöleli saç kombinasyonuyla karşımda oturuşunu da.

 Şiirin buraya kopyala-yapıştır yapmayacağım, merak eden arasın bulsun banane. Ki zaten bu şiir ismi Meşhur Şiirler olan bir kitapta karşıma çıktı, meşhur bir şiir olmalı, ben geç kaldım.

 Yetti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder