30 Mayıs 2011 Pazartesi

Burdayım.

 İnanmak biraz zor oldu. Buradayım. Üç-beş bira içmişim evime gidiyorum. Daha önce bilmemkaç milyon kez geçtiğim yoldan, koruluğun önünden geçerek evime yaklaşıyorum. Bir arkadaşın evinin önünden geçiyorum, sonra başka bir arkadaşımın evi. Sonra başka... Koruluk Parkı aydınlatılmış, kapalı olduğu şu saatlerde bile ışıl ışıl. Kültür Merkezi adıyla yapılacak bina bir aşama daha tamamlanmış. Geçmişim burada benim. Ben de buradayım, geçmişimde, Torbalı'da. Şimdiki zamanım Sakarya'dan 500 kilometre kadar uzaktayım. Ve mutluyum.

 Yanımda abim var mesela, amcoğlu var, okulu benimki gibi erken bitmiş bir lise arkadaşım var. Bira içip midye yiyoruz. Çıkıyoruz mekandan, bir de çiğköfte yiyelim diyoruz. Yapabileceğimiz her türlü midesizliği yapıyoruz. Buradaki çiğköfteci çok iyi. Sakarya'da da yerdim de, burdakinin tadı farklı.

 Sokaklar boş, Sakarya'da böyle olmazdı, hele Serdivan'da, onbin öğrencinin ikamet ettiği rivayet edilen ilçede böyle olmazdı. Saat 2-3 farketmez, sokakta birileri olurdu. Burada sokaklar boş. Buranın halkı işçi çünkü. Yarısı sabah 6'ta işe gidecek, diğer yarısı da diğer vardiyada gidecek.

 Seviyorum ben burayı.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Sakallı Bıyıklı

 Ben sakallı bıyıklı adamım. Neden takılayım ki böyle ufak tefek şeylere? Dolmuş sırasında önümde dikilmekte olan insanevlatlarından birisinin 4.00 ortalama yapacak olmasıyla ve benim 0.50 gibi birşeylerde kalacak olmamla neden ilgileneyim ki? Bıyığım var sakalım var.

 Neden yani neden? O soktuğumun yazarı "aslında ne anlatmaya çalışıyormuş" umrumda mı? "Anlatım bozukluğu" hangi şıkta imiş, Sadabat Paktı'na kimler katılmış da kimler katılmamış...

 Çok eşlilik savunulur olmuş misal, benim sakalım var neden olmasın? Henüz hacı sakalı formuna sokamıyorum sakallarımı ama olsun, var, alayım ben de 3-5 tane karı.

 Seçimlere kalmış 2 hafta, ampullere geleceğiz tekrar, anketler öyle gösteriyor. Otuziki yaşından küçüklerin içki içememesi ve seksenüç yaşından küçüklerin sevişememesi gibi kanunlar içeren yeni bir anayasaya kavuşabiliriz mesela. Ama benim bıyığım var, hem de yeni yeni çıktığı için sayın başbakanımızın kedi bıyıklarını andırıyor, belki bi' memuriyet filan kaparım, bıyık benzerliğinden.

 Uçan kuşa borcum var, öğrenim kredisi aldığım için şimdiden devlete 10binküsur Lira borçluyum. Bankaya 200 Lira borcum var, geçen gün hesabı kendisine kitlediğim arkadaşıma da 30 lira vermem lazım. Eve dönüş için de biraz para ayırmak gerek.

 Her halta para lazım. Ayakbastı parası diye birşey var ya. O sırf dükkanlar, tüccarlar, bilmemneyler için geçerli değil. Yaşıyoruz ya, nefes alıyoruz ya, para harcamak zorundayız, bu dünyaya ayakbastı parası gibi işte. Ama benim sakalım bıyığım var, dert değil.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Haşlanmış Yumurta

 Babam öğretmen. Oturduğumuz ilçeye bağlı bir beldede bir ilköğretim okulunda çalışıyordu bir aralar. Ben de küçüktüm o zamanlar, heves ederdim babamın okuluna gitmeye. Tuhaf durumdur zaten annesi babası öğretmen olanların yaşadığı. Çocuklar heves ederler anne babalarının işyerlerine gitmeye. Dozi'yi hatırlarım mesela, dedemle beraber tarlaya gitmek için can atardı. Ben babamın işyerine gittiğimde bir başka okula gitmiş oluyordum sadece. Atatürk büstü, sınıflar, tebeşirler, takım elbise giymiş hocalar; yok yok o zaman hoca değil öğretmendiler, sonra hoca oldular... Farklı olansa öğretmenler odasına giriş serbestliğiydi sadece. Hepsi aynı halttır aslında, okul kantinlerinde yapılan sandviçler tostlar. Kendi okulumda aldığımın parasına babam veriyordu tabii ki ama, hiç para vermeden babamın hesabından tost yemek kola içmek daha bir tatlı geliyordu.

 Mevzubahis beldeden bahsedeyim biraz. Çaybaşı. Nüfusun büyük bir kısmı Çingen. Sanırım doğrusu "Çingene" bu sözcüğün, ama biz öyle deriz, nokta. Daha da doğrusu Roman'dır herhalde. Ama neyse işte, çingendiler. Eğlenceli tiplerdi hepsi, benim yaşlarımdaki çingen çocuklar. Gariban ailelerden geliyorlardu hepsi. Ve çok çirkindiler. Babam başka hiçbir öğretmende görmediğim kendine has üslubuyla dersini anlatıyordu. Övünmek gibi olmasın, babam o okulda efsaneydi. Yüz kiloluk vücudu, bilmemkaç yıllık -sanırım Mez marka- kocaman motorsikleti -e motor sürüyor adam, gözlük de takmalı, güneş gözlükleriyle; zaten ilk izlenimi mükemmeldi.

 Yüz kiloluk adam dersini anlatır. Zil çalar, eller çantalara dalar. Çantalar kurcalanır, poşet hışırtıları duyulur. Poşetler çantalardan çıkar. Poşetlerin içinden ekmekler çıkar. İşte o an. İşte o anda bir koku kaplar tüm sınıfı. Haşlanmış yumurta kokusu. Ama güzel bir koku değil. Haşlanmış yumurtalar ekmeğin arasına püre gibi yerleştirilmiş, birkaç saat yaz sıcağında çanta içinde beklemiş. Gerçekten kötü kokuydu. Yumurtalı ekmekler kısa sürede mideye indirilir, tenefüste oyun da oynamak lazımdır, zaman kısıtlıdır.

 Birşeyler tıkındım. A pardon önce benden evvel masada yemek yemiş heriflerin pisliklerini temizledim, bir kere de temiz bırakın anasını satayım şu masayı! Arkadaş geldi, cezveyi aradı, buldu, buzdolabını açtı, yumurta haşlayacaktı. Kalktım bir tane de ben yumurta verdim, bunu da haşlayıver diye. Haşlandı yumurta. Yemeğimi henüz yediğim için bir kenara koydum yumurtamı, gece acıkınca yutacağım diye.

 Ve yuttum, az öne yuttum. Çaybaşı geldi aklıma, babamın arkasında motorsikletle okuluna gidişimiz geldi, okul bahçesinde dayak yiyen sümüklü çocuk geldi. Yakartop oynarken vurulan, yani yanan kişilere "çıkşaarı" diye bağırıldığını ve bundan büyük keyif alındığını hatırladım.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Serbest Çağrışım-Yeniden

*Başlık olarak "Serbest Çağrışım-Reloaded" geldi ilk aklıma. Matrix gibi hani.
*Bir gece oturup Matrix üçlemesini bitirmiştim. Yarım yamalak izlemiştim daha önce, doğal olarak metriks nedir, ne ayaktır hiç bilmiyordum; iyi oldu izlemem. Güzel film.
*Geçenlerde de Shutter Island ve Inception izledim. Beynim sulandı. Güzel onlar da.
*Bahar şenliklerimi henüz bitti. Güzeldi o da.
*Bi' kız var bizim sınıfta. Güzel o da. Zaten toplam sekiz kız var, biri güzel. Güzel ama.
*Benim güzellik anlayışım bir tuhaftır ama. Neyse bunlar derin mevzular.
*Batakta dondurma kaybettim. Hiç de güzel bir durum değil bu. Zaten "içkisi var, sigarası var, kumarı var" bir insan oldum çıktım. Bir hovardalığım eksik. Niye eksik? Lanet olsun.
*Bak bu şarkı da güzel.
*Sarhoşken bir gün. Bir arkadaşımın birazcık kalbini kırmışım. "Sen ne kadar çirkin bir herifsin" tarzı şeyler. "Ulan ben bu herif kadar çirkin miyim? Yok yok değilim" tarzı şeyler. "Lan senin tipine sokayım ehue ehue" tarzı şeyler. Alkolle ilgili bir problemim var sanırım.
*Devlet Bahçeli ve Püskevit mevzusu var bir de.
*Silahlara Veda isimli Ernest Hemingway kitabını okumaktayım. Bitmek üzere. Güzel o da.
*Neyse neyse. Yazmış olmak için yazdığım bir yazının daha sonuna gelmiş bulunalım bizahmet.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Naneipimaigıligıli


Elimde yarım makarna paketiyle beni görünce, “makarna yapcaksan bol yap ben de yerim” dedi. Tamam dedim, ne diyeyim. Ketılda su ısıttım falan filan. Makarnayı hazır ettim. Dolaptan yoğurdumu çıkarttım.  İşte o aşamada yoğurtlu makarnalı mönümüze sonunda o da bir katkıda bulundu. “Naneipimaigıligıli”si ile.

 Günün mönüsünde naneipimaigıligılili yoğurtlu makarna vardı. Yanında da sabah ezanında toplanmış şeftalilerin steril şartlarda sıkılmış suyu. Dimes sanırım.

 “Ne var bu baharatın içinde bilader” dedim. “Nane, kurutulmuş domates, maydonoz, kuru biber” dedi. İşte mucizevi baharat naneipimaigıligılinin “formülü bilinmeyen” içeriği buydu. “Bir de hikayesi var bunun” dedi. Çocukluğumdan beri severim yemekte iken otantik hikayeler dinlemeyi.Büyükbabam anlatırdı hep. E anlat o zaman dedim.

 “Zengin bi adam köyden bi karı alıyo. Karı hastalanıyo. Doktorlar çare bulamıyolla. Karı diyo ki, herif diyo ölmeden önce naneipimaigıligıli yemek istiyom ben diyo. Adam tamam diyo buluruz diyo. En lüks alışveriş merkezlerine gidiyo da bulamıyo. Gerçi alışveriş merkezi falan yok o zamanlar da, işte en lüks tüccarlara gidiyo. Yok. En son bi köyde bi tane adama rastlıyo, diyo nedir bu? Adam söylüyo. Nane, maydonoz, kuru biber ... Neyse buluyo adam baharatları karıştıyo getiriyo karının önüne. Karı teşekkür ediyo adama. Adam kızıyo tabi, bu muydu senin aradığın neden söylemedin diyo. E sormadın ki diyo karı”

 -Eee? Bu hikaye çok dandik bilader. Kadın iyileşiyormu bari? 
-Ne bileyim ben. Sen de iyileşiyo diye anlatırsın eheh eheh.
-Peki.