4 Kasım 2010 Perşembe

Çay İç: Emir Kesin

 Otuz dokuzuncu peronun önünde beş-on dakika sonra kalkacak olan otobüsümün önünde bekliyorum. Saatime bakmak için telefonumu çıkartıyorum, her yerde dijital saatler var gerçi terminal olduğu için ama alışkanlıktan olsa gerek çıkartıyorum telefonumu. Bir cevapsız arama. Abim aramış. Geri arıyorum.

 Bindin mi otobüse, terminale sağ sağlim ulaşabildin mi, bir sıkıntı var mı gibisinden klasik soruları soruyor. Nedense neşeli kılıyor benim terminaller, neşeli neşeli konuşuyorum abimle, her şey tamam diyorum, az önce az kalsın bir çocuk sıkıntı oluyordu ama olmadı, sonra anlatırım diyorum.

 Hala anlatmadım abime.

 Bir omzumda sarı valizim bir omzumda dizüstü bilgisarımla daha önceden ayırttığım biletimi almaya giderken klasik sahnelerden birisini yaşıyorum. Seyahat şirketlerinde çalışan elemanlar laf atıyorlar bana, Sakarya'ya gitmek için bilet ayırtmış olan bana; Tokat'a gönderelim seni der gibiler, yok yok sen bence Çorum'a gitmelisin der gibiler. Sarı valizimden olsa gerek "Fenerbahçeli" diye sesleniyor birisi bana, zaten hoşlanmadığım bir sahneyi yaşarken bir de "Fenerbahçeli" olarak çağırılmak iyice sinirlerimi geriyor. Alıyorum biletimi.

 Ne yapmalı ne yapmalı? Daha bir saatten fazla var otobüsün kalkmasına. Çiş yapmalı önce. Ama ondan önce bir çay içmeli. Öyleyse yürü Mert. Sırtında taşıdığın valizin dizlerinin iç kısmına vursun, yamuk yamuk yürü, yamuk yürüyorsun ya yolunu uzat. Akıllı Mert.

 Otur Mert şuraya.

 "Bir çay alayım" diyorum mekanı işleten ya da garsonluk yapan, sonuç itibariyle benden siparişi alacak olan yaşlı amcaya. Saniyelerle ölçülecek bir süre içerisinde geliyor çayım. Ezel var televizyonda. Herkes izliyor.

 Bakalım neymiş Ezel. Neden herkes izliyormuş neden herkes seviyormuş.

 "Bakar mısınız, valizimi burda bırakıp tuvalete gitsem, beş dakika göz kulak olur musunuz?" diyorum aynı amcaya, "git git" diyor. Gidiyorum.

 Gelirken bir çocuk; üzerinde pet bardaklar kesme şekerler olan bir tepsi ve bir termos çayla gezici çaycı bir çocuk "şşşt" diyor bana. Pis pis, tehtitkar bakıyor. "Çay iç" diyor. Emir kesin. Üzerime yürüyor, yolumdan çok da sapmadan yanından sıyrılıp geçiyorum. Eski masama oturuyor sarı valizimi yerinde bulduğum için Tanrıya şükrediyorum. Bir çay daha istiyorum. Ama bak sen şu işe, az önce beni ayaküstü tehtit eden çocuktan istiyorum, meğersem orada çalışıyormuş, oradan alıyormuş termosu, tüm terminali doşalıyormuş da aslında oranın işçisiymiş. Bir parmağımı kaldırıyorum, bilmesi gerek bunun bir çay anlamına geldiğini. Anlamıyor yaklaşıyor, "çay" diye sesleniyorum, iyece yaklaşıyor madem gelsin doğru dürüst söyleyeyim.
 -Bir çay
 -Neskafe?
 -Çay
 -Çay, büyük?
 -Çay küçük.

 Kulağında bir sorun yok bu çocuğun, neskafe de büyük çay da küçük çaydan pahalı sorunu bu.

"Hmm aslında fena değilmiş Ezel." Bir çay daha...

 Anons geliyor, saat onda kalkacak olan araçlara iyi yolculuklar filan diyor hoş sesli bir kadın ki hep aynı kadındır bence o, Yıldız Dinlenme Tesisleri'ndeki kadın da odur, belediyede çalışan "İlan ve yayın bürasu, ilan" diyen kadın, kaybolan bir çocuğun haberini veren çocuğu tarif eden o kadın hep aynı kadındır. Otuz yaşındadır, yirmidokuzdur elbet; küt saçlıdır kahverengi; sıradan, dikkat çekmeyen bir tipi vardır, bir çocuğu vardır belki. Aynı kadındır.

 On buçuk anonsu yapılsın kalkarım.

 On buçuk anonsu yapılıyor. Aynı kadın "iyi yolculuklar" diliyor. Kalkacağım tam. Bir adam, bir kaç dakikadır utana sıkıla masamın yakınlarında volta atmakta olan bir adam cesaretini toplamış geliyor yanıma. Bir sigara istiyor, masaya da elli kuruş bırakıyor, "ücreti karşılığında" diyor. "Abi son bir sigara kaldı o da sarma sigara iyi değil yani istiyorsan al" diyorum, ekliyorum "paraya da gerek yok içemeyecektim zaten onu atacaktım ben"... Gülümsüyor adam sigarayı alıyor, benim daha önce girmediğim bir yere doğru yürüyor, bir dahakine gidip bakacağım nereye çıkıyor o yol diye. Kalkıyorum. Valizimi takıyorum omzuma, arka masamda iki tane kadın, tam geçeceğim yere kurulmuşlar, sallana sallana yamuk yamuk o noktaya kadar geliyor bir hareket bekliyorum kadınlardan, istiflerini bozmadan sigaralarından birer nefes daha alarak günün en hit dedikodusu üzerinde konuşmaya devam ediyorlar, filmlerdeki kötü kadınlar gibi gülüyor bir tanesi, zorlana zorlana geçiyorum daracık aralıktan, içimden küfür ediyorum, ama ağır küfürler değil, ciddiyim.

 On adım daha yürüyeceğim tahmini, sağa döneceğim otuz dokuz peron ileriye gidip beklemeye başlayacağım. Önümü kesiyor az önceki çocuk, "çay iç!" emir kesin. "Hayır içmeyeceğim" cevabım da kesin. Ama ikna olmuyor, "al" diyor elime bir bardak tutuşturuyor. "Ya acelem var gideceğim ben hem otobüs kalkacak" diyorum, "kaçta senin otobüs" diyor. Yok bu yalanı yemeyecek, "az önce üç tane çay içtim, istemiyorum hem yüklüyüm ayaküstü çay içemem" diyorum, gayet sakin gayet kendinden emin "tamam kardeşim, hafifleteceğim ben senin yükünü biz seninle daha ne muhabbetler edeceğiz" diyor elini benim valize atıyor, omzumdan indirip yere koyuyor valizi, ara vermeden bardağıma çay koymaya yelteniyor. "Ya hayır" diyip bardağı tepsiye bırakıyorum, tekrar veriyor, "bu benden olsun" diyor. Tabi ki ondan olmayacak çay biliyorum ama kurtuluş yok. Dolduruyor çayımı. konuşmaya başlıyoruz.

 -Nereye gidiyorsun?
  -Sakarya
 -Okuyor musun orada?
 -Evet
 -Lise mi?
 -Üniversite
 -On sekiz yaşında mısın?
 -On dokuz. Sen kaç yaşındasın?
 -On sekiz

 O da benim gibi küçük gösteriyormuş meğersem.

 -Kaç para bu çay şimdi?
 -Bir buçuk.
 -Vay, iyi bakalım.
 -Ya az önce bir tane adamı dövdüm.
 -Neden?
 -Bardağı verdim eline, attı bardağı tepsinin üstüne nah böyle bak, en sinir olduğum şey, senin kız bacını s... dedim. Sen kimin falan diyemeden elimin tersiyle vurdum ağzına gitti güvenliğin yanına.
 -Hmmm.

 Burda bariz bana gözdağı vermeye çalışıyor. Ben de inadına rahat konuşuyorum, çünkü gerçekten korkutmadı beni. Korkabilirdim aslında, tanıyorum kendimi, bir şekilde kavgalardan uzak durdum, bir kavga ihtimali beni korkutabilirdi, korkmadım.

 -Bi' sigaranı içerim kardeşim.
 -Bitti, şimdi bitti masada bıraktım pakedi.
 -Hıı, ne sigara içiyorsun sen?
 -Winston Box
 -Gideyim alayım ben parasını verirsin bana.

 Hop dur len boşver falan diyemeden gitti eleman, elimde pet bardakla çay yerde sarı valizim sap gibi kaldım. Üç-beş metre ötemizdeki midyecinin bana acıyarak baktığını gördüm, ya da kendine kızıyordu ben yanlış gördüm, "ben insanlara zorla midye yedirtemiyorum" diye kızıyordu kendisine belki. Geldi çocuk geriye, "Hepsi on lira ehe ehe" dedi. "Yoook" dedim "bu sigar beş buçuk lira ehe ehe". Çıkarttım verdim parasını. Bir tane de sigara verdim, bastı gitti sonra.

 Otuz dokuzuncu perona vardım.

1 yorum:

  1. Bana anlatacağın sıkıntı yaratması muhtemel eleman bu muydu? Böyle satıcılara ben de uyuz olurum. Birde bunların dilenci versiyonu vardır, zorla haraç kesmeye çalışır adamdan. Bu arada sağlam sıkmış eleman, vurdum ağzına gitti güvenliğe şikayete falan diye.Olan senin 1buçuk lirayla bi sigaraya olmuş, onlarda başının gözünün sadakası olsun artık ne diyelim. Dikkat et kendine bilader, bayramda görüşürüz...

    YanıtlaSil