31 Aralık 2010 Cuma

Hiçbirşey

 Beyaz bir bere aldım kendime. Dandik birşey. Onu taktım kafama, yırtık pırtık montumu da giydim. Sokağa çıktım, pür neşe. Kafamda çalan müziğe ıslığımla eşlik ettim gece onbiri geçiyordu. Gece geç saatse, yağmur varsa ve hava soğuksa, sokaklar ıssız oluyor. Tam istediğim gibi oluyor. Üzerime üzerime yürüyen insanlar yok sokaklarda, üzerime üzerine yürüyen ve sanki ben yol vermek zorundaymışım gibi rotasından bir derece sapmayan kızlar da yok. Korna kıyamet kafa şişeren arabalar dolmuşlar yok. Var olan arabalar da duruyor, el işareti yapıyor buyur geç abicim diyor. Sokağa çıkmam gerekiyormuş bak, herkes yolumu açıyor önümden çekiliyor, yeter ki Mert neşeyle yürüsün. Yirmi otuz metre önümde yürüyen bir kız sürekli dönüp dönüp bakmasa benden yana, daha rahat ederim belki ama olsun.

 Islık çalarak yürüyorum, yokuşlar inip tırmanıyorum. Yaşlı insanlar görüyorum. “Abi” diye sesleniyorum ben yaşlılara “amca” demektense. Bir çeşit iltifat. “Abi dürüm köfte hazırlar mısın?” diyorum. “Tabi” diyor.

 Sigara yakıyorum bir tane, yağmur güzel şey. Her durumda güzel şey. Neşeliyken de neşesizken de yağmuru seviyorum. Ve he iki durumda da sokaklarda olmak hoşuma gidiyor. Övünüyorum kendimle sonra, kendimi diğerlerinden farklı ve üstün görüyorum, herkes evine tıkılsın ben buradayım işte diyorum egomu tatmin ediyorum.

 Mavi durağın ötesinde de birşeyler var. Yol orada da devam ediyor. Neden hiç görmedim ki mavi durağın ötesini? Her halta da Yüzüklerin Efendisi’nden örnek vermesem olmaz ama, Shire dışına çıkmamış hobitler gibiyim. Güzel bir müzik çalıyor kafamda.
 Carlo kalkıyor hesap soruyor
 Güneş güneş yine doğuyor
 Sabah oluyor sabah oluyor
 Güneş güneş yine doğuyor
 …

 Bu kaldırımın deseni ne kadar güzelmiş, ne kadar farklı. Mavi durakta az önce bekleyenler şimdi yok, güzel. Orada olsalardı rahatsız olurdum, az önce önlerinden geçtim gittim, şimdi geri dönüyorum. Rahatsız ederdi beni. Her insan kadar takıntılıyım. Her insan kadar.

 Yağmur yağarken, herkes evinde otururken, Kurtlar Vadisi ya da Fatmagül izlerken bu kaldırımda olmak. Gidip “biliralık çiğdem” almak. Bir tutam İzmirli olmak.

 Sabah oluyor sabah oluyor
 …

 Mitoloji diye bir kafe varmış bak burada. Tıklım tıklım, bu saatte. Şık insanlar var, güzel kızlar ve çirkin adamlar var. Hepsi şık, o ayrı. Yemek yiyen insanlar var, Köfteci Hüseyin Abi’nin köftesini değil, daha pahalı ve kesinlikle daha lezzetsiz şeyler yiyen insanlar. Birbiriyle çelişen sözcükler kullanacağım bilmem anlatım bozukluğu olur mu; zengin öğrenciler var. Büfe gibi küçücük bir anahtarcı dükkanı var. Hemen yanından girdin mi yokuş yukarı ıssız bir sokak. Girsem mi ki o sokağa? Devam et Mert, boşver. Yavaşla Mert, sakin yürü, bak çiğdem alacağın bakkalı geçiyorsun.

 ”İkiliralık çiğdem alabilir miyim?” Yurttakileri de hesaba katmak lazım. Sus payı vermek lazım Fatmagül izlerken hem, ne güze olur çitlemesi. “Kankaa, kola da alsaydın keşke”leri duyar gibiyim. Sokarım kolanıza dediğimi de duyuyorum hayal meyal.

 Halklar kalkıyor hesap soruyor
 Güneş güneş yine doğuyor
 Sabah oluyor sabah oluyor
 Güneş güneş yine doğuyor
 …

 Tüm bunlardan sonra, yurda dönüp de batak oynamaksa paha biçilemez. Beni sokağa atan kitabı okurken uyuyakalmak, araya çiğdem yemeyi de sokuşturmalıyım, hepsi hepsi paha biçilemez.

2 yorum:

  1. Bu senin yılbaşı günün sanırım. İyi en azından benimkinden iyi geçmiş senin ki bilader.. :) Ben mecburi olarak köydeydim de.

    YanıtlaSil
  2. Artık kırismıslarda da mı köye gidiliyor bizim ailede? Neler oluyor orada?

    YanıtlaSil